Dünya koronavirus (Covid-19) salgını ile mücadele etmekte, insanlar bir nevi inziva hayatı yaşamaktadır. Dış şartların olumsuzluklarını gidermek için sorunun bir parçası olmaktansa çözüme katkıda bulunmak için yapılan bilinçli inziva, İslam filozoflarının “Tedbirü’l-Mütevahhid” kavramını hatırlatmaktadır.
Felsefenin amacı Sokrates ve Platon’dan itibaren insanların mutluluğunu temin etmesi ve erdemli bir hayat sağlanmasıdır. Bunun için özgür ve özgüvenli bireyin öncelikle kendi ruh ve beden sağlığını koruması, yani ruh sağaltımını (tıbbu’r-ruhani) sağlaması gerekir. Bireysel tedbirlerin aileye ve topluma yani siyasal yönetime (tedbirü’l-menzil ve müdün) aktarılması zaruridir. Çünkü adaletin temin edildiği erdemli bir toplumda (medinetü’l-fazıla) yaşayan kişi bu dünyada mutlu olur. Dünya, görünüşler âlemi olup geçicidir; buradaki huzurlu, dingin ve mutlu yaşam (tahsilu’s-saade) da geçicidir; insan bedenen ölür; ama ruhen ölümsüzdür, bu açıdan ahiretteki insanın ebedi ve nihai mutluluğa (saadetü’l-kusva) ulaşması önemlidir. İslam felsefesinde bu sistemi kuran filozof Ebû Nasr Muhammed bin Muhammed bin Tarhan bin Uzluğ el-Fârâbî et-Türkî’dir.
İnsanlık düşünce tarihinde “Muallim-i Sanî” yani “İkinci Öğretmen” veya “İkinci Üstat” diye bilinir, malum olduğu üzere ilki Sokrates ve Platon’un öğretilerini sistematize eden Aristoteles’tir. Bu yazı Fârâbî’ye felsefe tarihinde niçin “İkinci Öğretmen” denildiğine ve Fârâbî’yi İslam felsefesinin kurucu filozofu olarak görme gerekçemize dairdir.
Fârâbî’ye Niçin “İkinci Muallim” denilmektedir?
“Batı felsefesi, Platon’a düşülen dipnotlardır.” denilmesi gibi bize göre de İslam felsefesi, Fârâbî’nin öncülüğünde gelişmiştir. O, Türk-İslam düşüncesinin en önde gelen âlimi olup, Samaniler, Selçuklular, Osmanlılar kanalıyla öğretilerinin etkisi devam etmektedir. Kurucusu olduğu Meşşâî öğreti, İbn Sînâ tarafından mükemmel hale getirilmiş, Batı’da yani Endülüs’te İbn Bâcce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd ile bir dünya felsefesi haline gelmiştir.
Bu hususu biraz açacak olursak, Büyük İskender, hocası ve danışmanı olan Aristoteles’in katkısıyla Doğu ve Batı’nın felsefi birikimini “Helenistik Felsefe” adıyla evrenselleştirmişti. Fârâbî Batı′da bilinen adıyla Alpharabius, Grek Peripatetik felsefe birikimi, Helenistik kültürü Meşşaî öğreti adı altında “Hakikatin Birliği” ilkesi bağlamında İslamiyet’in verileriyle yeniden üretmiştir. Fârâbî aslında felsefeyi eski/asli yurduna geri getirdiğini söyler.
Bu hususu biraz açacak olursak, dünya üç büyük kültürel aktarım ve etkileşim yaşamıştır. Milâttan önce 600’lerde başlayan kültürel aktarım yaklaşık iki yüz yıl sürmüş, Kaldelilerin, Sümerlerin ve Fenikelilerin kültürel birikimleri önemli oranda Grekçeye çevrilmişti. Tabii doğal olarak Yunanca bilim dili olarak resmiyet kazanmıştı. Felsefi birikim açısından söyleyecek olursak, Cündişapur’dan başlayan kültür aktarımı, İstanbul (Kostantinopolis) üzerinden Antik Yunan’a Atina’ya, oradan Mısır’a geçmiş, İskenderiye en önemli kültür merkezi haline gelmiştir. Bu birikim, Mısır/İskenderiye çevresinde Musevî ve İsevî gelenek yorumuyla Anadolu’ya geçmiştir. O dönemde Anadolu Ege kısmının ve İskenderiye ekolünün etkisinin yanında Urfa ve Nusaybin, Antakya ve Harran Mektepleri (ekolleri) bulunduğunu söylersek bölgenin kültürel alt yapısının ne kadar zengin olduğu ortaya çıkar.
Dünyadaki ikinci büyük kültürel aktarım, Müslümanlarca yapılmıştır. “Bereketli hilal” de denilen Maveraü’n-nehir (yani iki nehir Seyhun ve Ceyhun) ve Mezopotamya da denilen (yine iki nehir yani Dicle ve Fırat arası) topraklardan Yunanistan’a ve Batı’ya giden felsefi birikime ait Pehlevice, Süryanice ve Grekçeden önemli bilimsel eserler Arapçaya çevrildi. Arapçaya çeviriler, İslamiyet’in ilk dönemlerinden Emevî’ler zamanında başlamış, Abbasî halifesi Mansur ( 754-775) döneminde ivme kazanmış, Me’mun zamanında ise Beytü’l-hikme” (830) ismiyle kurumsal hale gelmişti. Önceden Grekçe olan bilim dili, artık Arapça olmaya başlamıştı. Özellikle Fârâbî’nin içinde yetiştiği dönem olan Samanî’ler zamanında da bilim dili Arapçaydı. Dünyadaki üçüncü büyük kültür aktarımı ve etkileşimi XII. yüzyılda Avrupalıların İslam Medeniyetinde üretilen bilimsel eserleri başta Latince ve İbranice olmak üzere diğer batı dillerine çevirmeleriyle gerçekleşti. Batı Rönesans’ını (fikrî dirilişi) tetikleyen bu eserler olmuştur.
İnsanlık tarihindeki üç büyük kültürel aktarım ve etkileşim süreçlerini anlamak için Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” bağlamındaki çalışmaları Fârâbî’yi hareket noktası alarak başlattık. Bu okumaların yakın hedefi Türkistan/Atayurt ve Türkiye/Anayurt kültürel sürekliliğini klasik felsefi eserler üzerinden takip etmek, uzak hedefini ise “Türk Felsefesi”ne katkı sağlamak oluşturmaktadır.
Bu okumalarımızı da Fârâbî üzerinden yapıyoruz. Şimdi bu hususları ana hatlarıyla maddeler halinde açıklayalım:
Fârâbî’ye İkinci Muallim denilmesinin sebebi, kendisinden önce İslam filozofları içinde ondan daha erdemli biri geçmemesidir. Nitekim Şemsüddin Şehrezurî de “.. filozofların ikisi İslam’dan önce Aristoteles ve Hipokrat; ikisi de İslam’dan sonra Fârâbî ve İbn Sînâ’dır” demiştir. (eş-Şehrezuri, 2015, 676; Uyanık, 2020 (kırmızılar) 113)
Fârâbî’yi İslam felsefesinin kurucu filozofu olarak görürken, Ya‘kūb b. İshak el-Kindî’yi İslam felsefesinin teşekkülünde önemli role sahip bir filozof olarak görüyoruz. Felsefeyi insanın mutlu (huzurlu ve verimli) bir hayat yaşamak, bunu engelleyen her türlü tutum ve davranıştan uzak durma aracı olarak nitelemesini önemsiyoruz. Özellikle hikmetlerin hikmeti, sanatların en üstünü olan felsefenin “insanın kendini bilmesini sağlayan bilgileri vermesi, gücü yettiğince onun fiillerine benzer davranışlarda bulunmaya çalışması gerekir”, demesini önemsiyoruz. Çünkü Sokrates’in “kendini bil/tanı” sözü İslam düşüncesinde “men arafe nefsehu fekad arafe Rabbehu”ya yani “Kendini/nefsini bilen insan Rabbini bilir”e dönüşmüştür. Nefsini felsefe ile disipline eden kişi, aklî, ruhî, ahlakî etkinliklerde bulunur, olgun/kâmil biri haline gelir. İbn Rüşd’e göre bu “düşünen nefsin nihai kemale ulaşıncaya kadar yetkinleşmesidir.”
Kindi’yi tercümeler ve felsefeye olan katkıları açısından önemsiyoruz, ama Fârâbî’yi “İkinci Üstad” kılan Tanrı-evren-insan ilişkisine dair kurduğu felsefi sistemdir. Özellikle Mantık alanında yaptığı katkılar, dil ve düşünce irtibatını tasavvur ve tasdik diye kurması, yakini bilgiyi (burhan) temellendirmesi, tabiat bilimleri ile ilahiyat ve felsefenin (tinsel disiplinlerin) irtibatını sağlaması ve bunları siyaset felsefesi bağlamında bütüncül bir şekilde “sistem felsefesi” olarak sunmasıdır. Dinî ilimler olarak fıkıh, kelam ve ahlakın medenî ilimler çerçevesinde incelenmesi, peygamberin vahyi pratiğe aktarmasının felsefî dile dönüştürülmesidir. Burada vurgulanmak istenen evrenin nasıl yaratıldığını talimi ilimler ile anlayıp, açıklandıktan sonra niçin yaratıldığı bağlamında ilahiyatın (felsefe-i ula) devreye girdiği, medenî ilimler (fıkıh, kelam ve ahlak) ile etik politik bir sistem oluşturduğudur.
Fârâbî’nin siyaset felsefesi bağlamında Türk tarihini okuyacak olursak, Osman Bey’in kurduğu site devletini orta ölçekli devletten çıkardığını görürüz. Fatih Sultan Mehmed’in ise orta ölçekli devleti Doğu ve Batı’nın Hakanı olarak İstanbul’u fethedip dünya devletine dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Teorik temellerini ise Selçuklu Nizamiye medreselerinin gelişmiş şekli olarak kurduğu, Fatih Külliyesi atmış, bu devlet üniversitesini bir dünya markası haline getirmiştir. Bu çerçevede düşündüğümüz zaman Osmanlı, çok uluslu bir devlet olarak, Müslümanları “ümmet”, gayr-i Müslimleri ise “el-Mille” kavramı altında toplamış, “milli bir şuur” oluşturan bir dünya devletidir, diyebiliriz. Bunu Fârâbî merkezli okuyacak olursak, Osmanlı Devleti’nde milletler topluluğu ile İngilizlerin “commonwealth” dedikleri yapı ayrıntılı olarak incelendiğinde, filozofumuzun erdemli yönetim ilkelerini dikkate alan bir devlet ile sömürüyü merkeze alan bir devletin siyasal uygulamaları arasındaki tarihsel fark ortaya çıkacaktır.
Mantıktaki katkılarını biraz daha açacak olursak Fârâbî, mantığın miftahu’s-saade, yani mutluluğun anahtarı olduğunu söyler. Çünkü mantık, insanın mutlu olması, aklını düzgün kullanması, yanlış yapılması mümkün olan bütün makul şeylerden uzak tutacak, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bildirecek, insanı doğru yola ve gerçeğe (hak) yöneltmeğe yarayacak ilkeleri verir. Hatadan koruyan ve muhafaza eden ilkeleri verdiği için de mantıklı insan, doğru eylemde (salih amel) bulunur, dingin ve huzurlu yaşar, yani dünyada mutluluğun anahtarına sahip olur. İslam felsefesinin teşekkül döneminde mantıkçıların lideri olarak görülen Ebu Bişr Metta b.Yunus’un (v.328) talebesi olan Fârâbî, müstakil mantık eserleri yazmıştır. Ona “Muallim-i Sanî” denilmesinde bunun etkisi çoktur. Organon içindeki sekiz kitabı üçe ayıran Fârâbî, Kategoriler, Önermeler ve Birinci Analitikler’i giriş ve malzeme hazırlama olarak görmekte, Topikler, Sofistik İtirazlar, Retorik ve Poetik’i kıyasın uygulama alanları olarak değerlendirir. Mantığın merkezine ise (ikinci analitikler) Burhan’ı yerleştirir. Burhan kesin ve zorunlu bilginin ilke ve kurallarını verdiği için mantığın esasını oluşturmaktadır. Farabi’nin “Muallimi Sani” olması, Aristoteles’in yaptığını İslami bilimler için yapmış olmasından kaynaklanır. Mantık ilmine dair bu katkılarını Müslüman bir âlim olarak kelam ve fıkhın kullandığı akıl yürütme tarzları bağlamında incelemesi son derece önemlidir. Mantık ilminin kelam ve fıkıhta kullanılan delilleri nasıl desteklediğini ve garanti ettiğini göstererek itikadi ve siyasi açıdan mantıksızlığın doğuracağı sonuçlara işaret etmiştir. İbn Sînâ’nın bu mantık öğretisini daha da geliştirmiştir. Gazzâlî’ye ait, Mustasfa min İlmi’l-Usul (1109) adlı mantığın fıkıh alanında uygulanmasına dair örneklerini görünce filozofların etkisinin derecesi de anlaşılmaktadır.
İnsanın fikri üretim açısından ruh ve beden sağlığını koruması gerektiğinin somut örneği olarak Fârâbî, hekimliğin yanı sıra mûsiki alanında hem teorisyen hem de pratisyendir. Müzik ilmini matematik gibi pozitif/talimi bilimler arasında sayması, musikinin tıp ilminde özellikle ilmü’n-nefs yani psikoloji ve psikiyatri alanında kullanımın ilk örneğini vermiştir. Tahsilu’s-Saâde, et-Tenbih alâ Sebili’s-Saade, Fusûlu’l-Medeni, es-Siyasetü’l-Medeniyye ve el-Medinetü’l-Fazıla ve Arau Ehli’l-Medineti’l-Fazıla yani Erdemli Şehrin İnsanlarının Fikirleri’ne dair yazdıkları günümüz sosyoloji ve siyaset bilimleri için bir kaynak eser olmayı sürdürmektedir.
Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak ve Türk Felsefesi Açısından Fârâbî’yi öncelememizin gerekçelerinden birisi de onun dil felsefesine dair fikirleridir. Dil bilgisi hatasız konuşmanın; mantık ise doğru düşünmenin kurallarıdır, demesi önemlidir. Dil bir dış konuşma, mantık ise bir iç konuşmadır, yani dilin lafızla ilişkisi ne ise mantığın kavramlarla olan ilişkisi de odur. Ancak gramer bir milletin diliyle ilgili kuralları içerirken mantık bütün insanlığın düşüncesine ait kanunları ifade etmektedir. Böylece Fârâbî, Sirafi’nin mantığın Yunan dili ve düşünce yapısına özgü olduğu görüşünü reddederek, onun evrensel yapısını vurgulamaktadır. Biz de buradan hareketle bilim dilinin Arapça, edebiyat dilinin Farsça olması nedeniyle Türk Aklının ürettiği felsefi birikimi Samaniler, Selçuklular ve Osmanlılardaki sürekliliğini araştırarak Türk Felsefesinin teşekkülünü anlayıp, açıklamaya çalışıyoruz.
Buradaki anahtar kavramlarımız “Türk’çe Düşünmek" ve Tanrı-Evren-İnsan üzerine okumalarımızı Türk Aklının ürettiklerini Türkçe yazmaktır. “Türk’çe Düşünmek" ifadesindeki ayraç “Türk’çe tefekkür”ün ürünü olan “Türkçe Felsefeye” vurgudur.
Türk’çe düşünmek, Türk Aklının Fars ve Arap Aklından farklı olduğunu söylemek demektir. İslam dinini yaşayabilmek için gerekli itikadî’ (Maturidi) ve fıkhî’ (Hanefi) ilkeleri Türkçe ifade eden Yesevî’nin Divan’ı, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i, Edip Ahmet Yükneki’nin Atabetü’l-Hakaik’i “Türk Felsefesinin Kurucu Metinleri” olarak görmektir. Türkçeyi bir bilim ve felsefe dili yapmanın öncelikli hedefimiz olması İslam öncesi üretilen metinleri, yazıtları ihmal ettiğimiz anlamına gelmiyor. Orhun Abideleri’ni Türk Felsefesinin ilk kurucu metinlerinden görüyoruz. Çünkü Müslüman olmadan önce mümin yani Kök/Tek Tanrı inancına sahip olduğumuzu Kut alan yöneticilerimizin varlığını bu yazıtlarda görebiliyoruz.
Türkçenin Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla önemsenmeye başladığını, “Yeni Lisan-Yeni İnsan” sloganıyla edebiyat eserlerinde sürekli vurgulandığını, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla Türkçe Felsefesinin resmi olarak başladığını söylüyoruz. Bilindiği üzere Kânûn-ı Esâsî Osmanlı Devleti'nin ilk ve son anayasası olup, 23 Aralık 1876'da ilan edilmiş, 1878'de II. Abdülhamit tarafından askıya alınmış, 24 Temmuz 1908 ihtilali sonucunda yeniden yürürlüğe girmiştir. Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun kabul edildiği 20 Ocak 1921 tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın yürürlüğe girdiği 24 Mayıs 1924 tarihi arasında ise kısmen yürürlükte kalmıştır. Türk Aklının devlet kurma geleneğini ve sürekliliğini göstermesi açısından önemlidir. Kânûn-ı Esâsî’nin ikinci bölümü de bunu teyit etmektedir, çünkü Osmanlı vatandaşlarının kamusal haklarını içeriyordu. 8. madde Osmanlı Devleti'nin uyruğunda bulunan kişilerin tümüne din ve mezhep ayrımı olmaksızın "Osmanlı" denileceğini, 9. madde Osmanlılar'ın tümünün, başkalarının özgürlüklerine müdahale etmemek koşuluyla, kişisel özgürlüğe sahip olduklarını belirtiyordu. 11. maddeye göre, devletin resmi dini İslam’dı. Ancak kamu düzenine ya da genel ahlaka aykırı olmadığı sürece, Osmanlı ülkesinde maruf olan diğer dinlerin icrası serbestti.Yasa önünde tüm Osmanlıların eşit olduğu, kişilerin, din hakkında ön yargıya sahip olunmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri bulunduğu 17. maddede, devlet görevlilerinin devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmek zorunluluğu 18. maddede yer alıyordu.)
Türk Felsefesi, Türkçenin farklı lehçelerinde üretilenin fikri birikimin yanı sıra şimdi Türkçe konuşmayan ama doğuda büyük Okyanus’tan batıda Hazar Denizi’ne, kuzeyde Sibirya’ya, güneyde Tibet’e, Batı Hun imparatoru Atilla Avrupa içlerine kadar uzandığı yerlerde yaşayan Türklerin fikri üretimlerini kapsamaktadır. Bunun teknik ifadesi Turan bölgesinde üretilen bütün felsefi birikimlerdir. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla resmi olarak başlayan Türk Felsefesi, Ziya Gökalp’in ifadesiyle söyleyecek olursak “Büyük Oğuz İttihadı”nın (bütünleşmesi) teorik alt yapısını oluşturur. Nihai hedef ise Türklerin dünyanın neresinde hangi dil ile olursa olsun ürettikleri felsefi birikimdir.
Sonuç: Batı felsefesi, Müslüman âlimlerin “Eflatun-u İlahi” dedikleri Platon’a düşülen dipnotlarsa, onun talebesi Aristoteles “Muallim-i Evvel” ise Fârâbî’nin “Muallim-i Sanî” olarak İslam felsefesinin kurucu filozofu olduğunu, bu nedenle de “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırma”nın ilham noktası olarak aldığımızı belirtiyoruz.
Kaynakça:
Akyol Aygün, M.Uyanık, “Fârâbî’ ve Felsefeye Giriş Olarak İlimlerin Sayımı Adlı Eseri, İslam Felsefesi Teşekkül Dönemi, , Elis yayınevi. Ankara 2017.
---- Şehrezuri Metafiziği, Araştırma Yayınevi, Ankara 2011
İbn Bacce, Tedbiru’l-Mütevahhid: Bireysel Yönetim Okumaları, telif ve tercüme, Uyanık - Akyol, Ankara: Elis Yayınevi, 2017.
Çapak İbrahim, “Mantık:Tanım ve Önerme” İslam Felsefesi Tarih ve Problemleri, edit. M. Cüneyd Kaya, İsam İstanbul 2013.
Dağ, Mehmet “ Farabî’nin İki Yapıtı” : “Felsefenin Temel Önermeleri” ve “Mantık ve Eski Felsefenin Temel İlkeleri konusunda Sorunların Kaynakları. Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2003.
Erdoğan, İsmail, “Fârâbî’’nin Siyaset felsefesindeki “İlk Başkan” Oğuz Han Olabilir mi?” Felsefe ve Din Bilimlerinde Serbest Yazılar, edit.:İ.Oymak, R.Çelik, Kimlik yay., Kayseri 2018el-Fârâbî’ Ebu Nasr, İlimlerin Sayımı, Telif ve Tercüme: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol, Elis yayınevi, Ankara 2017.
Fârâbî’, Ebû Nasr. el-Medinetü’l-Fazıla, çev.: Nafiz Danışman, MEB. Yay., İstanbul 2001.
-------- Kitabu’l-Mille ve nususun uhra, tahkik..Muhsin Mehdi, Daru’l-Maşrık. Beyrut.1981.
------------ “Mantığa Başlangıç”. Fârâbî’’nin Bazı Mantık Eserleri içinde. çev.: Mübahat Türker Küyel , Ankara 1990, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu.
--------). el-Cem beyne Ra’ye’l-Hakimeyn. Beyrut 1985. Daru’l-Meşrik.
---------- “Eflatun ile Aristoteles’in Görüşlerinin Uzlaştırılması”, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri içinde. çev.: Mahmut Kaya. İstanbul 2003: Klasik Yayınları.
---------es-Siyasetü’l-Medeniyye. çev.: M. Aydın, A. Şener, M. R. Ayas. İstanbul 1980: Kültür Bakanlığı Yay.
----------“Kitabü’l-Mille”. Divan Dergisi. çev. Fatih Toktaş. Sayı:12, 2002/1.
----------Tenbih alâ Sebîli’s-Sa’âde. İstanbul 2005, İFAV. Yayınları.
--------el-Medinetu’l-Fazıla. çev. N. Danışman. Ankara 2001, MEB. Yay.
--------Medinetu’l-Fazıla. çev. A. Arslan. Ankara 1990, Kültür Bakanlığı Yay.
-------------Fususu’l-Medeni. çev.: Hanefi Özcan. İzmir 1987, DEÜİF. Yay.
--------“Mufârık Varlıkların İspatı Hakkında Risale”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. çev.: Nuri Adıgüzel. sayı: 2. 1998, Sivas.
---------Kitabu’l-Hurûf. çev.: Ö. Türker. İstanbul 2008, Litera Yay.
---------- Mutluluğun Kazanılması, çev.: Ahmet Arslan, Ankara 1999, Vadi Yay.
Gökalp, Ziya, Türkçülüğün Esasları, Kültür Bakanlığı yay, Ankara. 1978, Varlık yay, İstanbul 1968.
Macid, Muhittin “Tercüme Hareketleri” TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2011, c.40, s.498-504.
Medkur, İbrahim Fârâbî’, Klasik İslam Filozofları ve Düşünceleri, çev.: Osman Bilen, İnsan Yay., İstanbul.
Nasr, S. Hüseyin, Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi. Çe. Ş.Yalçın, İz yayıncılık. İstanbul1996
eş-Şehrezuri Şemsüddin, Nüzhetü’l-Ervah: Bilgelerin Tarihi ve Özdeyişleri, çev. Eşref Altaş, Türkiye Yazma Eserler Kurumu yay. İstanbul. 2015.
Sayılı Aydın, “Bilimin Tarihsel gelişmesine Türklerin Katkıları” Uluslararası İbn Türk, Haremzmi, Fârâbî’, Beyruni ve İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri (9-12 Eylül 1985) Atatürk Kültür Merkezi yayını, Ankara.
Tamtürk, Bayram, Meşşai Gelenek ve İbn Bacce'nin Nefs Anlayışı, Ankara: Araştırma Yayınları, 2020.
Taş, İsmail, Türk İslam Düşüncesi Yazıları, Kömen Yay., Konya 2011.
---------- Türk Düşüncesinde Kozmogoni Kozmoloji, Palet yay, Konya 2017.
------------“İslam Öncesi Türk Düşüncesi”, Türk Düşünce Tarihi: El Kitabı, edit. B.A. Çetinkaya, Grafiker yay. Ankara. 2018.
Uyanık, Mevlüt, “Türkistan-Türkiye İrtibatının Kültürel Ürünü: Büyük Oğuz Bütünleşmesi” Türk Yurdu, yıl 108, sayı 380, Ağustos 2019, s.30-34.
---- Yusuf Has Hacib’e göre Mutluluk Bilgisi -Fârâbî’nin Tahsilu’s-Saade Tasavvuru Bağlamında Bir İnceleme- “, Yusuf Hashacip’in Doğumunun 1000.yılında Kutadgu Bilig-Türk Dünya Görüşünün Şaheseri Uluslararası Sempozyum; İstanbul.2016.
-----------Türk Felsefesinin Kurucu Metni Olarak Kutadgu Bilig: Yusuf Hâs Hâcib’in Tanrı-Evren Tasavvuru Merkezli Bir Okuma- Kutadgu bilig Üzerine Felsefi Araştırmalar, hazırlayan: Ayhan Bıçak, İstanbul: Dergah Yayınevi 2019.
--------“Yeni Bir Türk-İslam Medeniyeti Tasavvuru İçin Hoca Ahmed-i Yesevî ve Yönteminin Önemi” Diyanet İlmi Dergi, cilt. 52, sayı: 4, Aralık 2016.
--------“İslam Felsefesinin Kurucu Filozofu
Ve Felsefe Tarihinin ‘İkinci Üstadı’: Fârâbî”, İlesam (İlim ve Edebiyat Dergisi) yıl 5, sayı 23, Mayıs-Haziran 2020,16-21
Kânûn-ı Esâsî, 7 Zi’l-hicce 1293 (1876)
Memaliki Devleti Osmaniye, https://www.anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/onceki-anayasalar/1876-k%C3%A2n%C3%BBn-i-es%C3%A2s%C3%AE/