Roma’da M.Ö. 509’da Cumhuriyet idaresi kurulmuştu. Oluşturulan iki alt meclisin kararları, 600 kişilik Senatus’da onaylandıktan sonra hayata geçiriliyordu. Böylece Roma yurttaşları, kanun yapılması ve savaş kararı alınmasında söz sahibi oluyorlardı. Güç ve yetkiyi kullanan devletin başındaki iki consul, senatodan çıkan karara göre hareket ederlerdi. Ancak savaş ya da iç savaş çıkması durumunda consuller yetkilerini “dictator” unvanını taşıyan mutlak otoriteye 6 aylığına devrederlerdi. 

Roma’lı dictator Sulla kendisine karşı olanları acımasızca şiddet uyguladı ve halk temsilcilerinin yüksek devlet memuru olmalarını engelleyecek şekilde anayasayı aristokratların yerine yeniden düzenledi. Bunların ardından dictator’luğu kendi isteğiyle bıraktı. 
Birinci Trumvir’lik adı verilen 3’lü Komisyon Julius Caesar, Pompeius ve Crassus tarafından, Senatus’a karşı daha güçlü olabilmek için oluşturulmuştu. Ancak çok geçmeden Crassus’un Doğu Anadolu’da Parthlar tarafından öldürülmesiyle Caesar ve Pompeius karşı karşıya gelmişti. Yapılan savaşı Caesar kazanmış, Pompeius Mısır’a kaçmıştı. Pompeius’un cesedini almak için Mısır’a giden Caesar ve kraliçe Kleopatra beraber olmuşlar ve bir çocukları olmuştu. 
Kırım’daki Bosphoros Kralı Pharmakales’i Zela (Zile/Tokat) mevkiinde M.Ö. 47’de yenilgiye uğratan Caesar o ünlü sözünü söylemişti: “Veni, vidi, vici” (Geldim, gördüm, yendim)  

Pompeius taraftarlarını da yenilgiye uğratan Ceaser önce “on yıllığına” ve ardından da “yaşam boyu dictator” seçilmişti.
Ancak hiçbir kanun, diktatörlerin yaşamını garanti altına alamazdı…
Julius Caesar, evlatlık oğlu Brutus ve Cassius’un aralarında bulunduğu muhalifler tarafından M.Ö. 44 yılında suikast sonucu öldürüldü. 

FETÖ, METÖ ve İTTİFAKLAR…
Kim ne derse desin, siyasette en güçlü kaynak deneyimdir…
Türkiye, Mustafa Kemal ATATÜRK liderliğindeki 1923’teki Cumhuriyetin ilanının ardından kendine yeni bir yol çizmişti. Cumhuriyet Halk Partisi kurulmuş, çok partili hayata geçiş denemeleri ATATÜRK’ün sağlığında gerçekleştirilmeye çalışılmıştı. Ancak yurttaş bilinciyle hareket etmeye hazır olmayan kimi kafalar, kul olmayı seçiyor ve özgür yaşama isyan ediyorlardı. İslam toplumlarının orta çağ kafası, Roma’nın Milattan Önceki kafa yapısından çok daha gerideydi. 
ATATÜRK’ün beyni ve muazzam öngörüsü karşısında saygıyla eğilmek gerekiyor; zira demokrasiyi bilmeyen bir toplumun önüne geçerek yoktan var edilen bir devlet, ulus bilinciyle ayağa kaldırılan bir millet ve özgür bireylerin yaşadığı bir ülke inşa etmek, her tarihi şahsiyetin harcı olamaz. Atatürk, özellikle İslam toplumlarında köle olan kadınların önünü açmak için kıyasıya bir mücadele vermiş ve Türk kadınlarını eşit birey yapan kanunların TBMM’den geçmesini sağlamıştır.

Maalesef, Cumhuriyet daha 100. yılını doldurmadan FETÖ ve benzeri cemaatlerin sinsice ilerlemesi ve günümüz iktidarınca beslenmesiyle, devletin damarlarına gericilik sokulmuş ve gücünün doruk noktasına ulaşmıştır. Atatürk’ün bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti, bugün cemaatler tarafından işgal edilerek akılla ve bilimle savaşmaya başlamıştır.
Ve maalesef ATATÜRK’ün kurduğu CHP’ye de sızmışlardır. CHP’ye sızan ATATÜRK düşmanı kafalar önce gerçek CHP’lileri parti yönetiminden uzaklaştırmış, sonrasında azınlık/dar bir yönetimin aldığı kararlarla Millet İttifakı (6’lı İttifak/6’lı Masa) oluşumuna itilmişlerdir. 
Geçen aylar boyunca toplantı üstüne toplantı yapan 6’lı İttifak, hiçbir şekilde ATATÜRKÇÜ diğer partilerin bu ittifaka katılmasına izin vermemiş, Cumhuriyet kurulmadan önceki 1921 Anayasasını esas alarak kuvvetler birliğini vurgulamıştır. CHP ve İYİ Parti, iktidar partisi AKP’nin Diyanet Akademisi projesine oy vermişlerdir. Dinci/gerici kitlelerden oy almak için CHP suça itilerek, Türban Yasası teklifi verdirilmiştir.
Tüm bu rezaletleri öfkeyle izleyen Atatürkçü ve çağdaş kitleleri göremediler…

Siyasi partilere gençlik döneminde başlamak, siyasetin ilkokuluna başlamaktır. Sosyal psikoloji öğrenmenin pratik eğitim sahası burasıdır. İlkokuldaki konuları bilmeyenlerin, sosyal yaşamın başka alanlarında edindikleri statülere göre ve geç yaşlarda herhangi bir siyasi partiye paraşütle inmeleri, yere çakılmakla sonlanır. Onlar daima gelip-geçici, partinin demirbaşları kalıcıdır. 
Siyasi partilerin demirbaşları, seçim öncesinde kendi vitrinlerine toplumda hoş görünecek sınırlı sayıda kişiyi dekor olarak koyarlar. Bu kişiler genelde kendi alanlarında başarılı olmuş ya da o dönem için adından sıkça söz ettiren popüler insanlardır. Gerek belediye başkanlığı seçimleri, gerekse milletvekilliği seçimlerinde vitrinler yenilenir. Ancak bir sonraki dönemde bu kişilerin pek çoğu siyaset tarihinden silinir.

Siyasi geçmişi ve parti deneyimi olmayan kişilerin içeride neler olup bittiğini anlaması zordur. İçeride olan şudur: Genelde siyasi idealler değil, bir sonraki döneme koltuğunu sağlamlaştırmak için savaş verilir. Ve pek çok siyasi şahsiyet de kişiliğini bu noktada kaybeder. Ve kişiliği kaybolmuş siyasetçiler, 20 yıllık AKP iktidarı döneminde dinciliğin değil, Atatürkçülüğün ivme kazandığını göremediler. Dincilerden oy almak için, çağdaş Atatürkçü kesimin beklentilerinin tersine hareket ederek kitleleri umutsuzluğa ittiler. Bunun sonucunda yapılan kimi anketlere göre % 30 civarında bir kararsız kitle ortaya çıktı. 
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e göre Türkiye’de siyasi zemin kaygandır; zira kendisi 6 defa gidip 7 defa gelmişti. Nihayetinde cumhurbaşkanı olmuştu ve belki de siyasette en verimli olduğu dönem buydu. Evet, siyasette zemin kaygandır…
Şimdi, Doğru Parti Genel Başkanı Rifat SERDAROĞLU ve Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet ÖZ, bir açıklama yaparak beş siyasi partinin öncülük edeceği, yeni ve genişlemesi muhtemel, Atatürkçü Cumhuriyeti esas alan yeni bir İTTİFAK kurulacağını açıkladılar. 
Bu, Türkiye’de tıkanan siyasetin önünü açacak, sandığa gitmemeyi düşünen çaresizlik içindeki seçmeni olumlu yönde harekete geçirecek, Atatürkçü Cumhuriyeti yeniden işlevli hale getirecek çok olumlu bir gelişmedir. Türkiye siyasetine taze kan vermektir.
Uzun zamandan beri atılan ilk somut adımdır…
Peki, demokraside Eski Roma’nın gerisine düşen Türkiye’de “parti içi yönetim ve devlet yönetim sisteminin” önü açılır mı?
Ne Roma’da ne başka bir yerde, hiçbir diktatörlük sonsuza kadar yaşayamayacağına göre, mutlaka bir çözüm bulunacaktır…