14 Mayıs 1950 seçimlerinde iş başına gelen Adnan Menderes iktidarının “Yeter söz milletindir!” sloganı Cumhur ve Millet İttifakları tarafından paylaşılamıyor. AKP iktidarının 2023 seçimleri için bilinçli olarak karar verdiği tarih de 14 Mayıs…

Cumhurbaşkanı, “Rahmetli Menderes 14 Mayıs 1950’ de ‘Yeter söz milletindir’ diyerek milletin gönlüne girmiş ve sandıktan ezici bir zaferle çıkmıştır… Milletimiz bu müstemleke heveslilerine ‘yeter’ diyecektir.” dedi. Millet İttifakı’ndan İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise “İyilik memleketin her yerine ulaşacak. 14 Mayıs işte bunun miladı olacak. Kurtla öldüren, çobanla yiyen, sahibiyle ağlayanlara hep birlikte hep bir ağızdan ‘Yeter söz milletindir’ diyeceğimiz mukaddes bir milat olacak.” diyerek DP’nin sloganına sahip çıktı.

Hadi bu iki parti, tabanları itibariyle DP’ye çok yakın olduğu için onları anlarız da CHP’nin bu sloganı sahiplenmesini anlamak mümkün değil. Nitekim CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da, “14 Mayıs gelince de ‘Yeter söz milletin.’ dedik. Millet İttifakı da zaten bunu istiyor. Yeter söz milletin olacak.” dedi. Belki de 1950 yılının hezimetinin rövanşını almak için bu sloganı sahipleniyor; bakalım, göreceğiz…

Mademki siyaset 1950-1960 yılını yeniden gündeme getirdi. Bize de bakalım o yıllarda neler olmuş diyerek kaleme sarılmak düşüyor; hafıza tazeleme adına. Yazı dizimize başlayalım.

1 Mayıs 1950 tarihi, Türkiye için yeni ve çok tartışılacak bir dönemin başlangıcı olur. Milletvekili seçimlerinde DP, 411 milletvekili çıkartarak ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanır ve iktidar olur. Yılların CHP’si ancak 69 milletvekili çıkarabilmiştir. Bazı aydınlarca 1950 yılı, Türk devrim tarihinde bir kırılma ve geriye dönüş olarak kabul edilmektedir.  

Orhan Veli Kanık 15 Nisan 1950 günü Yaprak dergisinde şöyle yazar:

“Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak, fikirleriyle prensiplerinden son zamanlarda ne fedakârlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan İlahiyat Fakülteleri, imam-hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar… Hiçbiri, hiçbiri kâr etmedi. Zavallı Halk Partisi.”

1950 yılının Eylül ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerde de DP, ezici bir zafer kazanır. 600’den fazla belediyeyi elinde tutan CHP’den 560 belediye DP’ye geçer. Başbakan Menderes seçim zaferinden sonra “Türk milleti Halk Partisi’ni 14 Mayıs’ta iktidardan tasfiye etmişti, 3 Eylül’de de muhalefetten tasfiye etti!” der.

Yeni hükümette Adnan Menderes BaşbakanCelal Bayar ise Cumhurbaşkanı olarak göreve başlar. İki kurucudan Fuat Köprülü Dışişleri Bakanı, Refik Koraltan da Meclis Başkanı olur. Partinin logosunda yer alan “beyaz at” figürü halkın diline “kırat” olarak yerleşir. Halk da “demokrat” ve “kırat” kelimelerini birleştirir ve ortaya bir  “demirkırat” çıkar.  Seçmen oy kullanırken tercihini “kırat” tan yana kullanır. DP’nin ana sloganı “Yeter! Söz Milletindir!” yazısı ile afişte yer alan “dur” işaretini çağrıştıran el resmidir ve bu resim yıllarca hafızlardan silinmeyecektir. O yılları anlatanlar, DP’nin seçim zaferinde bu afişin büyük bir payı olduğunu iddia ederler.

Adnan Menderes’in, Meclis konuşmasında kullandığı cümleler, izleyeceği yolun ne kadar sert olacağının da habercisi gibidir. Menderes yıllarca içinde milletvekilliği yaptığı, kararlara vekil sıfatıyla imza attığı CHP iktidarı dönemini acımasız bir üslûpla eleştirir ve “… Tarihimizde ilk defadır ki yüksek heyetiniz, millî iradenin tam ve serbest bir tecellisi neticesinde, millet mukadderatına hâkim olmak mevkiine gelmiş bulunuyorsunuz…”  sözleriyle, eski Meclis mensuplarını, sanki milletin iradesi dışında göreve gelmekle suçlar. Menderes’in şu cümleleri ise çok daha vahim bir anlayışın âdeta dışa yansıması gibidir: “…Memleketimizin geniş imkânları ile milletimizin yüksek vasıfları göz önünde tutulacak olursa, uzun yılların beyhude israf edilmiş ve hatta memleketin tabii inkişaf seyrinin hatalı ve sakat politikalarla engellenmiş olduğuna hükmetmek icap eder. Millî ve siyasî murakabeden mahrum bir iradenin, çok uzun yıllar sürüp gitmesi, birçok hataların irtikâbına, israflara, ifratlara yol açmıştır. Böylece zaman, müdahaleci, kapitalist, bürokratik ve inhisarcı bir devlet tipi ortaya çıkarmıştır.”

“Millî irade dışı” olarak nitelendirdiği 27 yılın içine Atatürk dönemini de dâhil eden Menderes, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhurbaşkanı seçildiği o coşku dolu anları ve 15 yıla damga vuran topyekûn kalkınma dönemini bilinçli bir edayla görmezden gelmektedir. İstiklâl Savaşı’nın “Galip Hocası” Celal Bayar da başlangıçtan itibaren Atatürk’ün yanında yer aldığını ve 1920 yılından itibaren de Gazi Meclis’te, CHP’ nin çıkardığı her kanunun altında imzası olduğunu inkâr eden bir havaya girmiştir. Sanki o imzaların sahibi Celal Bayar değil de bir başkasıdır. 1946 yılında henüz yeni bir muhalefet lideriyken; “… Şerefleri ve mesuliyetleri ile mazi hepimizindir. Ne yapılmışsa iyi niyetle yapılmıştır. Ve bence, zamanın en iyi tedbirleri alınmıştır…” sözleri de hatırlanacak olursa, nasıl ikiyüzlü bir siyaset izleyeceklerini anlamak çok da zor olmasa gerektir. 

1950 yılının Başbakanı Adnan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar; 10 yıllık iktidarları süresince “millî irade dışı” ve  “müdahaleci kapitalizm” olarak suçladıkları 27 yıllık dönemin yani tek parti (CHP) döneminin tüm uygulamalarının altında kendi imzalarının da bulunduğunu, Türk milletinden gizleyerek eylem ve söylemlerine devam edeceklerdir.

DP’ nin iktidarının ilk günlerine dönecek olursak… Bu yeni dönem başlangıçta herkese iyi gelir. Çiçeği burnunda hükümetin ilk icraatlarından biri, İstiklâl Savaşı’na katılmış üst komutanlardan bazılarını pasif görevlere getirmek, bazılarını da emekli edilmek suretiyle tasfiye etmek olur. 15 general ve 150 albay da birkaç ay içinde emekliye sevk edilir. Bazı valiler de aynı akıbete uğrayacaklardır. DP’nin göreve gelir gelmez neden böyle bir operasyona giriştiği sorusunun cevabı ise yine Adnan Menderes’in tutumunda yatmaktadır. Menderes, daha iktidarlarının ilk ayında CHP’yi, orduyu darbe yapmak için kışkırtmakla suçlar. Menderes’in, bu kadar kısa sürede ordunun darbe yapamayacağını idrak edecek bir zekâya sahip olduğu düşünülecek olursa, siyasetin temelini “ordu” ve “27 yıllık dönem” üzerine kurduğu bellidir ve bu durum, ilerleyen yıllarda daha iyi anlaşılacaktır.

DP, demokrasi vaatlerini gerçekleştirmekten uzak bir siyaset izlemektedir. İktidar baskıcı tutumunu her geçen gün biraz daha artırmaktadır. İktidar olalı henüz bir ay bile olmamışken, Ramazan ayının Cuma’ya denk gelen 16 Haziran 1950 günü ezan yeniden Arapçalaştırılır. 1932 Ramazanı’ndan itibaren Türkçe okunan ezanlar, salâlar ve tekbirler artık Arapça okunacaktır. DP’nin, kadınlar hakkındaki düşünceleri söylemlerine de yansımaktadır. Günümüz iktidarıyla bire bir örtüşen o söylemlerden bazılarını karşılaştırma yaparak buraya alıyoruz:

DP’li Abdurrahman Boyacıgiller; “… Yalnızca lüksü için çalışan kadınlar işsizliğe neden olmaktadırlar; bunların yerine aydınların çalıştırılması gerekir.” DP’li Talat Vasfi Öz; “… Hükümetin önünde bir kadın memur davası vardır… ahlâk bakımından aile bağlarını gevşetici, sarsıcı, tahripkâr… sonuçları vardır…”

Günümüzün Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Maliye Bakanı Mehmet Şimşek: “İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha artıyor!” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu: “Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir!” Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül: “Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir. Batı kadınları maalesef ezilmektedir.”

Başbakan Adnan Menderes de bu tarz konuşmalardan geri kalmayacaktır; “Şimdiye kadar baskı altında tutulan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılâp softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı Arapçalaştırdık. Türkiye bir Müslüman devletidir ve Müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir.”

Menderes, Atatürk’ün Kur’an’ı ve hadis kitaplarını Türkçeye çevirtmesinin ne anlama geldiğini kavrayamamış ya da kavramak istememiştir. Aksine, Atatürk döneminde bu anlamda atılan adımları görmezden gelmiş, İslam adına birikmiş örf ve âdetleri din sanan tarikatların ve cemaatlerin taleplerine göre hareket etmiştir. Atatürk döneminin İslam dini ile ilgili uygulamalarına devam edilebilseydi, belki de Türkiye ilim ve bilimde ilerlemiş, aydınlık bir Müslüman ülke haline dönüşecekti!

Menderes’in bu sözlerine karşılık şair (!) Necip Fazıl Kısakürek bakın neler söyler “…Böyle bir sözü söyleyecek başbakanın kölesi olduğumuzu söylemekten şeref duyarız. Tekrar ediyoruz; partimize, siyasi muhitimize, kabinemize, tezatlarımıza ve hatıra gelen gelmeyen her şeyimize rağmen, en saf ve halis tarafından azat kabul etmez köleliğimizi kabul buyurunuz.”

Günümüzün AKP iktidarı Ordu’nun doktor milletvekilinin: “…biz Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız lazım. Yani ayakkabısını elimizle yalamamız lazım.” sözleriyle ne kadar örtüşüyor değil mi?

Devam edecek…