Gün geçmiyor ki, yeni bir belge ortaya çıkmasın. Gün geçmiyor ki, faili meçhullerle ilgili yeni bir tanık, yeni bir durum ortaya çıkmasın.
Ve biz gün geçmiyor ki, fail meçhullere kurban gitmiş bir aydınımızın, bir demokrasi şehidinin bilmem kaçıncı ölüm yıldönümünü kutlamayalım.
İki gün önce de araştırmacı-gazeteci yazar Uğur Mumcu ve Diyarbakır Emniyet müdürüyken kahpece vurulan Ali Gaffar Okkan’ ı andık, yine yüreğimiz sızlayarak, gözyaşları arasında……………..
Uğur Mumcu için söylenecek bir şey yok. Bu ülkenin yetiştirdiği en önemli gazetecilerden biri olduğu kadar, araştırma ve yazılarıyla da halkın gönlünde haklı bir yer edinmişti. O yazılarıyla, söyledikleriyle halkın önündeydi ve öldükten sonra da bu halk onu unutmadı, unutturmayacak.
Ancak Ali Gaffar Okkan gibi üstelik de terör olaylarının en çok yaşandığı, mevcut sisteme en çok muhalefet eden bir ilde polis müdürü olarak görev yaparken, bölge halkına kendini kabul ettiren ve bölge halkı tarafından,çocuklarına onun ismini koyacak kadar çok sevilen başka bir bürokrat zor bulunur.
İlginç olan, tam da bu anmaların yapıldığı sıralarda Gölcük’ te çıkan yeni belgeler ve o belgelerdeki korkunç gerçekler karşısında vicdanımız bir kez daha kanıyor ve öldürülenlere karşı, tıpkı Hrant Dink’ e olduğu gibi nasıl borçlu olduğumuzu bir kez daha anlıyoruz.
Susurluk’ dan başlayarak günümüze gelecek olursak; belki de o dava sonuçlanabilse ve katiller ortaya çıkarılabilseydi, Uğur Mumcu ölmeyecekti.
Eğer o günlerde devletin içine sızmış bu çeteler ortaya çıkarılabilseydi, belki de hala Adnan Kahveci, Eşref Bitlis ve belki de Turgut Özal yaşıyor olacaktı.
Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Kemal Türkler ve daha onlarca faili meçhul bir yana; askeri ve bürokratik oligarşinin devamından yarar umanlar olmasaydı, bugün ne Jitem olurdu, ne de Hizbullah.
Ne Ergenekon davası olurdu, ne darbe günlükleri………
Ne kafes, ne balyoz, ne de İrticayla mücadele eylem planları………..
Darbeciler, yargı önünde hesaplarını verecekler kuşkusuz. Yargılama sırasında yapılan haksız uygulamalar ya da tedbir olmaktan çıkıp, cezaya dönüşen tutuklamalar elbette tasvip edilemez.
Ama sormak gerekmez mi? Darbecileri cesaretlendiren, teşvik eden, farkında olmadan onlara destek çıkanların hiç mi suçu yok.
Hrant Dink’ e, Uğur Mumcu’ ya, Gaffar Okan’ a ağıt yakarken bunları da düşünmek, timsah gözyaşları dökenleri de görmek gerekmez mi?
Çok yakın günlerde Bitlis’in Mutki ilçesi yakınlarında yapılan kazılarda ortaya çıkarılan toplu mezarlarda bulunan 25 cesedin ailelerine ne diyeceğiz? Silopi’ deki asit kuyularında diri diri yakılanlar için, Kahramanmaraş’ da, Çorum da, Sivas da, I mayıs da Taksim meydanında öldürülenler için bir özür borcumuz yok mu?
Güneydoğudaki karakol baskınında Heronları yönetenler, Arif Doğanlar, Engin Alan’lar, Veli Küçük’ler orta yerde dururken hala Ergenekon yoktur, darbe planları sahtedir, düzmecedir diyenlerin bence Cumhuriyet tarihi boyunca katledilen tüm demokrasi şehitlerine bir özür borcu vardır.
 
2000 yılının başlarında İmralı’ da Öcalan’ı ziyarete giden bir komutan “ Düşük yoğunluklu bir savaşla sizi kimse dikkate almaz, daha ciddi savaş verin, sizi dikkate almak zorunda kalırlar.” Diyorsa ve bugün Balyoz davasındaki belgeleri güçlendirecek yeni belgeler ortaya çıkıp, bunlar kamuoyunda konuşulur hale gelince;
“TSK, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve anayasal değerlere bağlı bir kurum olarak, aksi yönde yapılan telkinlere rağmen, yargı sürecini sabır, sükunet ve itidalle izlemekte, yargının er ya da geç doğruyu ortaya çıkarmasını beklemektedir.” Diye açıklama yapıyorsa,
Ergenekon soruşturması başlayınca yurt dışına giden Bedrettin Dalan “tutuklanmayacağıma dair garanti verilirse yurda dönerim.” Pazarlığı yapabiliyorsa,
Mehmet Haberal, parti yönetiminde bulunan oğlunun çabalarıyla MHP den, Yalçık Küçük üstadımızın telkin ve tavsiyeleriyle Silivri’ dekiler, CHP den milletvekili adayı yapılmak isteniyorsa,
Hepsi bir yana Arif Doğan isminde bir emekli albay çıkıp,” Jitem’i de Hizbulkontur’ u da devletin verdiği görevle ben kurdum.” Diyor ve o dönem işlenen tüm faili meçhulleri açıklıkla anlatıyorsa, sizce bütün bunlarda bir gariplik yok mu?
Osmanlıdan bu yana darbe geleneği olan bir toplum olarak tarihimizde faili meçhullerin, olağan yönetim değişikliği yöntemlerinin bir parçası haline geldiği gerçeğini görmezden gelirseniz, bu ülkede ne derin devlet vardır, ne Ergenekon………
Ne Özden Örnek darbe günlükleri tutmuştur, ne Çetin Doğan harp oyunları adı altında darbe tatbikatları yapmıştır! Poyrazköy’de bulunanlarda oyuncak silahlardır!
Eğer gözlerimizi iki elimizle kapatırsak göremeyiz, ya da ışık gelen tarafa gözlerimizi kısarsak gece oldu, karanlık bastı, sanırız.
Ülkemizde geleceğimizi kendi kirli amaçları uğruna karartmak isteyen, geçmişte elde ettikleri statü ve güçlerini, daha sonra da kullanarak her türlü suçu işlemeyi kendilerine hak olarak gören ve sözüm ona tüm bunları da devletin yüce menfaatleri uğruna yaptığını iddia eden bir çetenin varlığı artık gizlenemez hale gelmiştir.
Siz buna ister derin devlet deyin, ister Ergenekon…………….
Adını siz koyun………………….