Ezel dizisini izleyenler bilir…
Alexandre Dumas’ın “Monte Kristo Kontu” adlı romanından uyarlanmıştır.
2009-2010 yıllarında, iki sezon yayınlanan bir TV dizi filmi…
Başrol oyuncuları ve canlandırdıkları karakterler:
Kenan İmirzalioğlu: Ezel Bayraktar/Ömer,
Cansu Dereli: EyşanTezcan,
Yiğit Özşener: Cengiz Atay,
Barış Falay: Ali Kırgız,
Tuncel Kurtiz: Ramiz Karaeski (toprağı bol olsun),
Haluk Bilginer: Kenan Uğurlu/Birkan
Ömer’’in tek amacı, yıllar önce yüzünü değiştirip farklı bir kimliğe (Ezel) bürünmesine neden olan olaylar sonucunda yaşadıklarının intikamını almaktır.
Eyşan ise Cengiz’in eşi ve Can’ın annesidir.
Cengiz, adı Ali cengiz oyunlarından mı esinlenildi bilinmez, hem liyakatsız, hem yetersiz, hem tüm ayak oyunlarını iyi bilen, hem fırıldak çevirme ustası, hem başka birinin haklarını çalma konsunda tüm kurnazlıkları yapan rolü ile seyircinin dikkatini çeken bir karakterdi.
Oyuncular rollerini çok iyi, hatta mükemmel oynamış, gerek yapımcısı, gerek senaristi, gerek yönetmeni, gerek set ekibiyle harika bir ekip çalışması ortaya koymuşlar ve dizi film deyim yerindeyse fırtına gibi esmişti o dönemde…
Müziklerini ise Toygar Işıklı bestelemiş, tüm platformlarda dinlenme rekorları kırmıştı…
Dinlemekten şahsen de en büyük keyif aldığım müzisyenlerdendir. Bestelerini ilk duyduğunuzda kime ait olduğunu bilmeseniz bile, “Toygar Işıklı bestesi bu” diyebileceğiniz kadar karakterli inşa eder…
Malum yoğunluktan dolayı pek fazla vaktim olmaz dizi film izlemeye…
Ama 3-5 bölüm izleyebildiğim bir diziydi.
Fakat izlediğim ve medyadan takip edebildiğim kadarıyla,
Pek çok ayak oyununun ve kurnazlıklar silsilesinin birbirini takip ettiği,
Hak ve adaletin gasp edilmesinin konu alındığı,
Birinin bir diğer kişinin hakkını almak için ayağına çelme takmaya çalıştığı,
Birilerinin de buna karşıt, hak ve adalet mücadelesi, yani, zalimlerce akıl oyunları oynanarak çalınmış haklarını geri alma mücadelesi verdiği bir hikayeyi anlatan bir dizi film olduğunu hatırlıyorum…
Tuncel Kurtiz’in canlandırdığı Ramiz Karaeski karakteri ile asıl meselenin hak ve adalet olduğunu, seyirciye üstüne basa basa, tek tek ortaya koyuyor ve meseleler silsilesini ilmek ilmek işliyordu…
Evet, meseleleri doğru teşhis edebilirsek etkili çözüme çok daha kolay ve çok daha hızlı ulaşabiliriz…
Meseleyi görmezden gelir, halının altına süpürmeye devam edersek; haksızlıklara hiç ses çıkarmazsak, ayak takımının ayak oyunları hiç bitmez…
O zaman da, mesele ortadan hiç kalkmaz, sadece mış gibi yapılmış olur…
Mesele kronikleşir, zamanla da işin içinden çıkılmaz bir hale dönüşür…
O yüzden meseleleri ilmek ilmek, tek tek bulup sorun veya sorunların kaynağı neredeyse onları tek tek ele alıp dile getirip düzeltmeye başlarsak ancak meseleler sorunlar yumağı haline gelmeden önlemini almış oluruz…
O NEDENLE BAŞLIK: MESELE LİYAKAT
Liyakat ne demektir?
“Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu. “ TDK.
Yani, göreve layık olma ve o görev için yeterlilikte olma hali.
Ortadan liyakat kalkarsa, o zaman ayak takımı sahneye çıkar ve ayak oyunları devreye girer…
Figüran bile olamayacak, yetersiz tipler, kendilerini başrol oyuncusu olarak görmeye ve etrafa da kendilerini böyle tanıtmaya, göstermeye başlarlar.
Zaman içerisinde de, sanki çok normalmiş gibi, herkeste böyle bir algı inşa ederler.
Yavaş yavaş haşlanan kurbağa deneyindeki gibi,kimsenin ruhu bile duymaz, haşlandığından.
Umursamadan, usul usul haşlanır insanlar…
Bununla da kalmaz; liyakatli, asıl başrol oyuncusu olacak yeterlilikte olan kişileri engelleme ve herkese de yetersiz gösterme çabası içine girerler…
Tam bir psikolojik algı operasyonu…
Peki bunu başarabilir mi?
Dizi filmde gördük, izledik, orada başaramadı…
Ramiz Karaeski gibi bir usta oyuncu çıkar ve “Asıl mesele ne biliyormusun yeğen?” diye bir başlar…
Ve meseleyi göstere göstere, ilmek ilmek çöze çöze gözler önüne serer…
İşte o zaman, bu sözü fenomen olur.
Tüm seyirciler onu ayakta, elleri patlayıncaya kadar alkış yağmuruna tutar.
Diğer liyakatsiz, aslen yetersiz, figüran bile olamadan başrol oyuncusu olmaya kalkan kişiler de herkese, tüm camiaya rezil rüsva olur, oturur yerine…
Rezil rüsva olursa ne olur peki?
Hiç…
Böyleleri yüzsüz olur, yüzlerine kötü bir şey gelse yağmur yağdı zannederler.
Çünkü başkasının başrolünü çalmış, suçüstü yakalanmış…
Yüzsüz olmayıp ne yapacak?
Zaten bir yüzü olsa, karakter olsa, o hareketi yapmaz…
Hiçbir şey olmaz.
Çünkü yetersiz olduğu için, hiçbir şey olmamış gibi, sanki kendisi hiç rezil rüsva olmamış gibi, oyunlarına devam eder…
Tabi ki, oyunları açığa çıkmış olarak…
Asıl mesele neymiş dayım?
“Asıl mesele, yeğen; liyakat ve yeterlilik”…
Herkese hayatında liyakatine uygun görevler dilerim…
Herkes yerli yerine…