Avrupa’da, Prag (Çek Cumhuriyeti), Budapeşte (Macaristan), Avusturya (Viyana)  ve İtalya’da Napoli, Roma, Floransa ve Milano şehirlerine yaptığım seyahatlerde batılıların hayatına ve yaşam felsefelerine kısmen tanık oldum.

Batıda şehirler çok güzel ve çok düzenli. İnsanların kültürel altyapıları ve insani gelişimleri mükemmel. Gördüğüm, tanıdığım insanların pek çoğu birkaç lisan biliyor ve birkaç da enstrüman çalıyor. Doğululara göre bir başka boyutta yaşıyor batılılar. 
Gerçekten, bir yaya caddeye adımını atınca, araba kullananlar elli metre uzaktan 
fren yaparak duruyor ve yayalara büyük bir saygı gösteriyorlar.    
Bu şehirlerin pek çoğunda, özellikle hafta sonları insanlar bir ellerinde kitap veya gazete diğer ellerinde de köpekle geziyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, insanlar kadar hayvanlara da saygı gösteriyorlar. 
Eksik olarak gördüğüm tek şey aile anlayışları ve bireysel bir hayat yaşamaları.
Batılıların aile anlayışı da doğuya göre çok farklıdır. Çocuklar 18 yaşına gelmeden kendi ayakları üzerinde durmak için çalışmak ve para kazanmak zorundadırlar. 
Her evlenen bin kişiden yedi yüz ellisi boşanıyormuş. Bizim aile anlayışımıza ve aile yapımıza sığmayan bir garip aile anlayışları var.  
Her neyse, batılıları kendi hallerine bırakarak kendi hayatımıza dönelim.
Bugün çok sevdiğim, beyit, şiir ve rubaileri sizlerle paylaşmak istiyorum.   
Bir gülüş kadar içten, bir gülüş kadar gerçeğiz,
Kim olduğumuz, ne olduğumuz önemli değil,
Kendimizi ifade edebildiğimiz yerdeyiz.
Hayatın serüveni içinde, kimseden fazla bir şey bekleyemeyiz.
Sevildiğimiz kadar değil, sevebildiğimiz kadar değerliyiz. (Anonim)
Yahya Kemal Beyatlı üstadım da söyleşimize şu dörtlüğüyle katıldı. 
Bir merhaleden güneşle derya görünür,
Bir merhaleden her iki dünya görünür,
Son merhale bir fasl-ı hazandır ki, sürer,
Geçmiş gelecek cümlesi rüya görünür….
1404 yılında Halep’de islamın şeriatına karşı geldi diye derisi yüzülerek öldürülen Seyit Nesimi zamanına ve mekânına isyan ederek, yüceliğini şöyle dile getirmiş.
Ger (eğer) aslımı sorarsan ben bir niyazım, 
Basir ilmi denen yerden gelirim, (Basir=Hikmet, zeka)
Bir katre idim şimdi hân oldum, (Katre= Damla, Hân= Okyanus)
Arştaki kandilden nurdan gelirim…
Şair Enis Behiç Koryürek bir ruh çağırma seansında huzura gelen (1701 yılında ölmüş) Trabzonlu şair Çedikçi (Mes üstüne giyilen terlik) Süleyman Çelebi’ye ruhun tarifini sorar. Süleyman Çelebi’nin ruh tarifi dehşet bir dörtlüktür ve yeniden bedenlenme denilen Reenkarnasyonu çağrıştırır. 
Arş-ı âlâdan inip âlemi menhusa geçer, 
Arzı fânide beni Adem’de mahpusa geçer,
Öyle bir nur-u ilâhidir ki, karar eyleyemez, 
Eski fânusu kırıp yeni bir fânusa geçer…
(Ruh dediğin gökyüzünün yüksek katından gelip bu uğursuz âleme geçer… 
Fâni dünyada insan bedeninde hapsolur. Ancak, Allah’ın öyle bir gizemli nurudur ki, bedende kalmaya karar eyleyemez, eski bedenden çıkıp yeni bir bedene geçer.)
Bir zamanlar benim de katıldığım ruh çağırma seansları hayatımı alt üst etmişti. 
Son olarak üstat Can Arpaç’ın çok sevdiğim muhteşem bir şiiriyle edebi sohbetimize son verelim. 
Yaratırken Ulu Mimar Adem'i / Dünyadaki sınırları çizmedi, 
Renk verdi, / Dil verdi, / İnanç verdi / Taraf tutup ezmedi. 
Yaratırken Ulu Mimar Adem'i, / Tespih gibi bir kalıba dizmedi. 
Akıl verdi, / His verdi, / Güç verdi... 
Hepiniz insansınız / Kardeşçe yaşarsanız / Tüm Dünya sizin dedi. 
Boş buldu meydanı Adem / Para dedi, / Koltuk dedi, / Mal dedi, / Yetmedi !..
Fesat dedi, / Haset dedi, / Hırs dedi, / Bitmedi !.. 
Sağ dedi, / Sol dedi, / Öldür dedi, / Öl dedi.. 
Cehenneme çevirip dünya denen cennetini,
İnsanca yaşamanın güzelliğini sezmedi !..
                    14 Ekim 2022 / Mehmet Özata