Beşinci kol, bir kitleyi ya da devleti propaganda, casusluk, sabotaj ya da terör yoluyla güçsüz kılmak, dışsal müdahaleye uygun hale getirmek ya da savaş esnasında daha kolay kazanmak için, içerden yapılan her türlü yıkıcı çalışmalara verilen addır.
Günümüz dünyasında beşinci kol faaliyetleri yaygın bir şekilde devam etmektedir. ‘Bilişsel savaş’ olarak da adlandırdığımız görünümü ise en sık görünen halidir. Yalan haberler, manipülasyonlar, iftiralar, isnatlarla yürütülür…
Beşinci kol içinde, toplumda her kesimden insan yer alabilir. Kimi bilerek bu işe girer, kimi kullanılır, kimi farkında bile olmaz…
Özel olarak yetiştirilmişler vardır, bunlar ne yaptığını, niçin yaptığını bilen profesyonellerdir. Toplumun önünde bulunan bilim insanları, sanatçılar, film yıldızları, gazeteciler, yorumcular, siyasetçiler, kanaat önderi kimliği ile tanınanlar vardır, içlerinde profesyoneller olabileceği gibi, içerden parlatılmış, sıklıkla kullanılan, finanse edilen, fonlananları, boş beleş katılan kullanışlı ahmakları, aptalları bulunur… Yine beşinci kol faaliyetleri sadece kişiler üzerinden yürütülmez, bu kişilerin seslerinin daha etkin çıkması, görüşlerinin geniş kitlelere mal olabilmesi, bunlara başkalarının da katılabilmesi için kurumsallaşmalar da yapılır, sivil toplum örgütleri kurulur, meslek birlikleri oluşturulur. Vakıflar, dernekler, partiler olarak örgütlenmeleri temin edilir, yayın organları açılır… Beşinci kol içine ‘ne alaka’ diyeceğiniz, ideolojik olarak farklı yerlerde olan, var olan yönetime karşı çıkan herkesle işbirliğine her ne pahasına olursa olsun karşı çıkan yerli unsurlar dahil edilir… Paranın, şöhretin, çıkarın dışında hiçbir tutkusu olmayan, kendi için var olanlar zaten koşarak gelir… Bir de olan bitene saf saf bilmeyerek alet olanlar vardır. Duyguları, düşünceleri, inançları sömürülenler eklenir…
Her toplumda, ülkede elbette bunlar vardır, ama bizde biraz daha fazla var gibi…
Sayın Cumhurbaşkanı’nın iştirak ettiği TRT World Forum toplantısında slogan atarak, güya İsrail’i protesto eden, Filistin’i savunan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da birtakım imalarda bulunan kişi, belki kendince çok önemli ve değerli bir iş yaptığını düşünmüştür ama, muhtemeldir ki, ‘kimin nam ve hesabına bunu yaptığını’ aklına getirmemiştir…
Düşünün ki, Filistin hassasiyetini ‘one minute’ ile ortaya koymuş, BM Kürsülerinden İsrail’in yayılmacı, mütecaviz tutumunu haritalarla dünya kamuoyu ile paylaşmış, Gazze konusunda en yüksek siyasi iradeyi sergilemiş, İsrail ile tüm ticari ilişkileri bir günde kesmiş tek lidere, böylesi bir saçma sapan protesto yapılıyor…
Neymiş, İsrail limanlarına giden gemiler neden Türkiye’ye uğruyor? Neymiş, İsrail’e giden konteynerler neden engellenmiyor? Neymiş, İsrail istatistiklerinde neden Türkiye’den mal girişi görülüyor?
Ticaret Bakanı açıkladı, yetmedi Filistin Ticaret Bakanı açıkladı: Türkiye İsrail ile ve İsrailli firmalarla, işadamları ile ticaret yapmıyor, yapılan ticaret tamamıyla Filistinli firmalarla, işadamlarıyla ve Filistin’in ihtiyaçları için, Gümrük ve liman çıkışlarında Filistin kodu ile diye…
Anlaşılan o ki, birilerinin derdi Filistin değil, Filistin halkının gözünde, kalbinde, aklında zor günlerinde Türkiye’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın dostluğunun yer etmesi… Bunu engellemek….
Sormazlar mı, haklı olarak; Gazze için, Filistin için her şeyini ortaya koymuş, siyasi ve insani olarak bedel ödemiş bir ülkeye ve bu ülkenin lideri olan kişiye bu yaklaşımın, tavrın geliştirilmesinde, kimin hangi çıkarı korunmak isteniyor, kime hizmet ediliyor?
Aynı durum Halep’teki gelişmelerde de görülüyor…
Türkiye’de bulunan Suriyelilerin bir an önce ülkelerine dönmesi gerektiği yönünde akıl almaz propaganda rüzgârı estirenler, Halep’in işgalden kurtuluşuna ağlıyor…
İran muhipleri karalar bağlıyor… Neymiş, mezhepçi bir yaklaşım varmış… Esad ve İran Halep’te tam da bu yaklaşımla binlerce insanı katletmedi mi? Oraya Afganistan’dan, Pakistan’dan mezhepçi bir anlayışla getirilip yerleştirilenler varken; şehir nüfusu dört milyondan iki yüzbinlere düşmüşken bu sözleri kim ciddiye alabilir ki?
Halep, güya İsrail ve ABD destekçisi örgütlerin eline geçmiş…
Türkiye’deki Suriyelilerin yarısından fazlası Halep’ten gelenler… Şehirleri özgürleşince gidecekler işte, niye bu feryatlar…
Suriye’de akan kanın durması, çökmüş devletin ayağa kalkması, dış müdahalelerin sona ermesi, toprak bütünlüğünün temini için Beşar Esed’e çağrı yapan, el uzatan Türkiye değil miydi? Bu gün en fazla bağıranların en büyük korkusu uzatılan bu elin tutulma ihtimali değil miydi?
“Suriye’de İran, Rusya, ABD, Fransa ve diğer ülkeler niye var?” sorusunu sormayanların, soramayanların; Adana Mutabakatı’ndan ve binlerce yıllık tarih, kültür ve inanç ortaklığından kaynaklı orada bulunan ve tüm kardeşlerini korumak için var gücü ile çalışan Türkiye’yi sigaya çekme çabaları beyhuhedir…
Tüm beşinci kol uzantıları bilmelidirler ki, Türkiye her zaman hem kendi çıkarları için, hem de kardeşlerinin çıkarları için Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Libya’da, Somali’de, Sudan’da, Orta Asya’da, dünyanın her yerinde tüm mazlumların ve masumların yanında olacaktır.
Tüm kardeş coğrafyalarda olduğu gibi, Suriye’de barış ancak Türkiye ile olur…
Çünkü Türk’ün diğer adı ‘Vefa’dır. Vefalı Türk geldiğinde, herkes ay yıldızlı şanlı bayrağına selam durur.