Rahmetli babam Mustafa Kemal Özata çocukları çok severdi. Çocuk sevgisi ırsi sanırım, ben de çocukları çok severim.

1968-1970 yılları arasında Akşehir Askerlik şubesinde yedek subaylık yaparken mahalledeki bütün çocuklar, “Teğmen amca” geliyor diyerek koşarak beni sokak girişinde karşılarlardı. Bir gün Askerlik şubesi komutanı Albay beni çağırarak 

“Teğmen Mehmet, neden mahalledeki çocuklar her gün seni coşku ile tezahürat yaparak karşılıyor bu tür hareketler askerliğe yakışmaz” diyerek beni uyarmıştı. 

Ben de “Albayım bunda ne kötülük var, ben çocukları çok seviyorum, çocuklar da sevgime karşılık veriyorlar” dedim.  Albay, “sen yine de ihtiyatlı davran Teğmenim” diyerek beni çok şaşırtmıştı.

Askerlik sonrası İstanbul Kültür kolejinde yaklaşık üç ay çalıştım. 1979 Aralık ayında Antalya Serik lisesine tayinimiz çıkınca çocuklar eşimle beni çiçeklerden çelenk yaparak uğurlamışlardı. 

1979 yılında öğretmenlikten istifa ederek Mobil Oil Türk A.Ş.’ne girdim ve Batman’a gittim. Batman’da 5-6 yaşında çocuklar sokaklarda sigara içerken onlarla konuşarak “evladım sigara çok zararlıdır, içmeyin” diyerek uyardım. Uyarılarım fayda etmedi. Çocuklar “amca, amca” diyerek içtikleri sigaraları bana göstererek gülmeye başladılar. Batman’da her ailede en az on, on beş çocuk vardı. 
Ben de bu çocuklar umutsuz vaka diyerek onları kaderlerine terk etmiştim. 

1993 yılında Mersin’den İstanbul Göztepe’ye taşındık. Göztepe Selamiçeşme parkında rahmetli arkadaşım emekli Ziraat Bankası Müdürü Bilsay Kadıoğlu ile şarkı söyleyerek yürüyüş yapardık. Parkta kargaları kovalayan çocuklara takılır, “evladım neden kargaları kovalıyorsun?” dediğimde birisi “kargalar senin mi amca?” diyerek beni çok güldürmüştü. Önceleri çocuk arabasıyla annesi veya bakıcısıyla parkta geziye çıkan çocuklar birkaç senedir Scooterlerle koşmaya başladılar. 

Daha yürümeyi bile beceremeyen 2-3-4-5 yaşlarındaki çocuklar scooterlerle koşa koşa parkı turlayarak gezinmeye başladılar. 
Yaklaşık 3-4 senedir çoğalan çocuklara ben “Pandemi Çocukları” diyorum. Hepsi de çok tatlılar maşallah. Eskiden yakından sever ve takılırdım çocuklara ama birkaç senedir çok uzaktan onlara el sallayarak selamlaşmaya başladım. 

Özgürlük parkı hem biz yaşlıların hem de çocukların oyun alanı olarak bizleri çok mutlu ediyor. Çocukların küçücük bir tebessümü bana büyük bir hayat enerjisi veriyor. Yıllar önce arkadaşım Bilsay Kadıoğlu ile parkta şarkı söyleyerek yürürken bir dostum “hocam sizi falanca camiin imamı bir Cuma hutbesinde adamlar parkta şarkı söyleyerek yürüyorlar, dua ederek yürüseler daha iyi olmaz mı?” diyerek sizi tenkit etti dedi. Ben imamı tanıdığım için parkta yakaladığım imama “Arkadaş sen Cuma hutbesinde adamlar şarkı söyleyerek yürüyor, dua ederek yürüseler olmaz mı?” demişsin. “Sana ne arkadaş, günah da bizim, sevapta bizim, sen nasıl böyle ahkam kesersin?” dedim. Adam özür dileyerek,” hocam ben isim vermedim, hata ettimse kusura bakmayın, özür dilerim, beni affedin” dedi. Ben de canın sağ olsun ama bir daha böyle cahilce konuşarak din adına böyle ahkam kesme kardeşim” dedim. 

Bilsay beyle bazı sabahlar sözleri Bekir Mutlu’ya bestesi hemşehrimiz İskllip’li Erdoğan Berker’e ait şu güzel Nihavent şarkıyı söyleyerek güne başlardık. 

Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç? 
Çılgın gibi koşarak kırlara uzandın mı hiç?
Bir his dolup içine uçuyorum sandın mı hiç? 
Geçen günlere yazık, yazık etmişsin gönül, sen,
Öyleyse hiç sevmemiş, sevilmemişsin gönül sen…

Bu şarkının hüzünlü bir hikayesi vardır. Kendisi Anestezi uzmanı olan Dr. Bekir Mutlu’nun hanımı hastaneden yatmaktadır. Yanından ayrılmayan eşi umutla bir gün gözlerini açmasını beklemektedir. Ve o bekleyiş sonunda hanımı gözlerini açar.
Dr. Bekir Mutlu’da gözlerini açan eşine hasretle yazdığı bu şiiri okur. 
Bir dörtlüğümle sizlere veda ediyorum.
Ben her seherde aleme yeniden doğarım,
Geçmişimle yüzleşip geleceğe bakarım,
Yaradılmışı hoş görüp insanları sevdikçe, 
Varlığımdan soyunup, gönüllerde yaşarım…(Mehmet Özata)