1960 yıllarından itibaren köylerden şehirlere göçün başlamasıyla beraber terk ettiğimiz topraklarda birçok örf âdeti bırakırken şehirli olmanın havasıyla yeni yeni örf ve adetlerle tanıştık. En basiti köy yerlerinde -ekmek elden, su gölden- hesabı geçim biraz daha rahat olduğundan olsa gerek ki, köyden birine yemek veya eve misafirlik teklif ettiğimizde kabul etmezse, darbı mesel haline gelen, ‘şehirli teklifi değil, köylü teklifi, çekinme!’ diye ısrar ederken bile köy farkını çaktırmadan hatırlattık.
İlk zamanları belki gençliğin heyecanıyla şehirlerde yaşamak cazip geldi. Lakin yaş kemale erdikten sonra gerçekleşme imkânı olmasa da Ferdi Tayfur’un, ‘’Hadi gel köyümüze geri dönelim…’’ şarkısını için için mırıldanmaya başladık. Ama bunu çoğunlukla biz mırıldanıyoruz. Eşimizin de yaşamında köy hayatı yoksa oda mırıldanmıyor. Hele çocuklarımıza bu şarkıyı söyletme imkânımız maalesef hiç yok. Çünkü çocuklarımız;
Köy hayatının acı, tatlı lezzetini tadamadı. Hormonsuz tertemiz havasını koklayamadı. Kedileri, köpekleri, tavukları, horozları kovalayamadı. Fareleri yakalamak için tuzak kuramadı. Koyunların – keçilerin çıngıraklarındaki ahenkli müziği dinleyemedi. Ata, eşeğe binemedi. Onları kaşağılayamadı. Yeni doğum yapan ineklerinin avuzunu yiyemedi. Annesinin kendi adını koyduğu buzağısını sevemedi. Annesi inek sağarken meraklanıp, ‘Ne olur ben de sağayım’ diye annesine yalvaramadı.
Bakraçta hayvanlarına yal veremedi. Ahırlara girip hayvan gübresini temekten dışarı atamadı. Horozların örtmesini, tavukların gıdaklamasını duyamadı. Tavukların kuluçkaya yatmasını, akabinde civcivlerin çıkmasını görüp annesine müjdesini veremedi. İlkbaharda aile boyu, dağlara, kuzugöbeği, kanlıca mantarları toplamaya gidemedi. Topladığı mantarları sepetler almayınca üzerindeki kazağın kollarını bağlayıp içine dolduramadı. Bunları şehirden gelip köyde bekleyen alıcılarına satıp parasıyla annesine bayram elbisesi alması için babasının cebine koymanın lezzetini tadamadı. Babası, kaçak odun, tomruk keserken kayabaşlarında ormancıları gözetleyemedi. Babasıyla beraber sahurdan sonra uyku semesine 4-5 saat yürüyerek şehire odun satmaya gidemedi. Folluktan çaldığı yumurtalarla köyün bakkalından bonbon (akide) şekeri alamadı. Köy meydanına sergi açan çerçiciye eskimiş yırtılmış Ankara lastiklerini, yün çoraplarını, kabak çekirdeklerini satıp bilik (kırık leblebi) kuru üzüm, incir alamadı. Tarlada annesinin kabak yaprağına, lahana yaprağına yaptığı domates salatasını yiyemedi. Olmadı, domatesi, yeşil soğanı yufka ekmeğin üzerine doğrayıp iştahla nasıl yenildiğini göremedi. Annesinin dövdüğü yayık ayranını tasa doldurup kafaya dikemedi. Daha da olmadı yufka ekmeğini dereden akan suya batırıp batırıp yiyemedi. Köyün gölüne giremedi. Derelerde arkadaşlarıyla beraber çimemedi…
Abdest alan dedesinin eline ocak başında ıbrıkla su dökemedi. Abdesthaneden gelen misafirlerine annesinin-babasının tembihleriyle kışın sobada ısıttığı havluyu vermek için kapıda beklemedi. Ocakta yanan çıraların ışığında ders çalışmadı. Kışta kıyamette köyün yaylasından bir iki saat yürüyerek okula gelmedi. Yaylada kibritleri bitince bir iki saat uzaktaki karşı yaylaya annesi, ‘’Hadi yavrum, evde kibrit bitmiş, amcanlardan bir kutu ödünç kibrit koşarak al gel dediğinde’’ kem küm etmeden ‘’Tamam ana’’ deyip koşarak gitmenin zevkini tadamadı. Asma üzümü toplayan, kızılcık toplayan annesine yardım etmenin mutluluğunu yaşayamadı. İndirilen cevizlerden başaklama yaparak topladığı cevizleri sevinçle annesine göstermenin zevkini yaşamadı. Kırlarda topladığı sarıçiğdemleri annesinin nasırlı ellerine tutuşturmanın heyecanını göremedi. Daha neler neler!..
Bu tür örnekleri sıralamaya çalışırsak sonu gelmez. Başta ben dâhil olmak üzere maalesef çocuklarımızı köye kente götüremiyoruz veya gitseler de canımıza okuyorlar. Götürmek ayrı dert, köyde tutmak ayrı dert. Ön yargıyı atamıyorlar, hijyenik takıntısından kurtulamıyorlar. Çünkü şehir hayatında biz anne-babalar çocuklarına karşı; ‘’ Biz köylerde çok zor şartlarda yaşadık. Aç kaldık, açık kaldık. Hiç olmazsa çocuklarımız rahat etsin. Aman onlar sıkıntı çekmesin’’ niyetiyle el pençe duruyoruz. İstemeden her türlü ihtiyacını alıyor, acıkmadan yemek yedirmek için adeta kavga yapıyoruz. Sonra da ‘’Her şey var, bir şey yok stresteyim dostum streste’’ türküsünü çalıyoruz…
TAVSİYE: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 660 adet farklı nasihatin yer aldığı ‘’Mahirane Söylemler’’ kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek (benden imzalı olarak 40 TL) temin edebilirsiniz
Ne acıdır ki, çocuklarımız düğünde bayramda bile köye gitmiyor
Neden gitsinler ki, annesinin–babasının çektikleri onları cezbetmiyor
Yalvarıp yakarıp gönüllerini yapacak olsak, bu seferde internet terk etmiyor