Batı’nın, özellikle de ABD’nin Türkiye üzerinde her zaman bir B ve C hatta D planı vardır…
1975 yılında ASALA terör örgütü sahneye sürülür… Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu (Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia- ASALA) örgütünün amacı, Türkiye’de işgal altında olduğunu iddia ettikleri sözde Ermeni topraklarını kurtarmaktır. ASALA, 22 Ekim 1975’te Viyana’da, Türkiye’nin Avusturya Büyükelçisi Diplomat Hüseyin Daniş Tunalıgil’i öldürmekle adını duyurur. İki gün sonra yine Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez ve makam şoförü Talip Şener öldürülür.
Örgüt, Türk hariciyecilerine karşı bir suikast kampanyası başlatmıştır; 1983 yılına kadar kanlı eylemlerini sürdürür ve Türkiye’nin yabancı ülkelerdeki kırk iki diplomatını katleder. Ayrıca Türkiye’de yaptığı eylemlerde; İstanbul, Yeşilköy Havaalanı’na ve Sirkeci Garı’na patlayıcı madde atılması sonucunda dört kişiyi, Kapalı Çarşı’daki bombalama eylemlerinde iki kişiyi, Ankara Esenboğa Havaalanı’na otomatik silah ve bombalarla saldırarak da dokuz kişiyi katleder. Son eylemini ise 1983’te Paris’teki Orly Havaalanı’nda gerçekleştirir. Örgüt, THY’nin bankosuna bomba koyar ve patlama sonucunda ikisi Türk olmak üzere sekiz kişi hayatını kaybeder. Türklerin dışında Fransız, Amerikalı ve İsveçli kurbanların da olması Avrupa’da özellikle de Fransa’da öfkeye neden olur. Çuvaldız kendilerine dönünce Batılı dostlarımız (!) harekete geçer ve katiller yakalanır. ASALA, bazı iddialara göre Türk gizli servislerinin müdahalesi sonucunda ortadan kaldırılır ya da görevini tamamlayarak sahneden çekilir. Onun yerine PKK terör örgütü sahne alır.
1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde, “Partiya Karkerên Kurdistanê”, Türkçe adıyla Kürdistan İşçi Partisi (PKK) kurulur ve birinci kongresini yapar. Abdullah Öcalan başkan, Cemil Bayık başkan yardımcısı seçilir. PKK terör örgütünün amacı; Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu, Irak’ın kuzeyi, Suriye’nin kuzeydoğusu ve İran’ın kuzeybatısını kapsayan bölgede bir Kürt devleti kurmaktır. Size de tanıdık geldi mi?
12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyar. 12 Eylül darbesi;1970’li yılların CIA Türkiye şefi Paul Henze tarafından “Bizim çocuklar başardı!” cümlesiyle ABD Başkanı Jimmy Carter’a bildirilir. ABD Başkanı Jimmy Carter, başkanlık görevinden ayrıldıktan sonra yaptığı açıklamayla;12 Eylül ile ABD’nin rahatladığını, Afganistan ve İran’dan sonra Türkiye’nin istikrarının da kendileri için son derece önemli olduğunu ifade eder. Artık “istikrardan” ne anlıyorlarsa…
PKK, ilk silahlı eylemini 15 Ağustos 1984’te Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde gerçekleştirir; ordu ve polis binalarına saldırır. Türkiye’nin ilk PKK terör şehidi, Eruh baskınında hayatını kaybeden Erzincanlı Komando Er Süleyman Aydın’dır. İkinci şehidimiz Astsubay Memiş Arıbaş ise yine Eruh baskınında ağır yaralanmış ve olaydan beş gün sonra hayatını kaybetmiştir. PKK, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ilk saldırısını gerçekleştirdiğinde Başbakan Turgut Özal tatildedir. Olayı ciddiye almaz; “üç-beş çapulcu” deyip geçiştirir. Özal, fena halde yanılmıştır. Bu eylem, PKK terör örgütünün Türkiye’deki ne ilk ne de son eylemi olacaktır. Ülkenin nice Süleymanları teröre kurban gidecektir.
15 Ağustos 1986’da Türk savaş uçakları Irak topraklarına girip PKK kamplarını bombalar. (Bu bombalamalar 2022 yılına kadar sürecek ancak, PKK’nın kampları yerinde kalacaktır.) PKK’nın lideri Abdullah Öcalan (APO) ise Lübnan’daki karargâhındadır.
21 Mart 1990’da Nevruz’u bahane eden Örgüt üyeleri; İstanbul, Ankara, Adana, Diyarbakır, İzmir ve Erzurum’da üniversitelerde gösteri düzenler, meydanlarda ateş yakar ve “Bağımsız Kürt Devleti istiyoruz!” şeklinde bağırırlar. Yine Cizre’de Cuma namazından çıkan yaklaşık beş bin kişi, iki saat süreyle gösteri ve yürüyüş yapar. Kadınların da katıldığı gösterilerde; “Kahrolsun Türkiye”, “Kahrolsun Atatürk”, “Yaşasın Kürdistan”, “Yaşasın PKK”, “Yaşasın Apo” diye sloganlar atılır…
1991’de ABD Irak’a, adına “Çöl Fırtınası Harekâtı” da denilen bir harekât başlatır; 1. Körfez Savaşı… ABD’ye; İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Suriye ve Mısır’ın da aralarında bulunduğu kırka yakın ülke destek vermektedir. Iraklı Peşmergeler, yüz binler halinde Türkiye’ye yığılır. Turgut Özal “Onlar bizim vatandaşlarımızın soydaşları, Bulgaristan’dan da almıştık, bunları da alacağız!” diyerek Kürt mültecileri Türkiye’ye kabul eder. Irak birlikleri; yüz binlerce Kürt, Şii ve rejime direnen sivili, İran ve Türkiye’ye sürer. Aralarında kaç teröristin ülkeye sızdığını ise zaman gösterecektir.
ABD, Kuzey Irak’ta mülteciler için güvenli bölgeler ilan eder ve Türkiye’nin güneyine de çok uluslu “Acil Müdahale Gücü” yerleştirir. ABD’li Çekiç Güç, (ABD-İngiliz-Fransız hava grubu) Kuzey Irak’ta istikrarı sağlamak, Saddam’ın zulmünden kaçan Kürtlerin can güvenliğini temin etmek bahanesiyle İncirlik ve Batman’da üslenir. Ayrıca Irak’ın kuzeyindeki Zaho bölgesinde de askerî karargâh oluşturulur. Sonraki yıllarda, sınırımıza “Truva atı” gibi yerleştirilen bu Çekiç Güç’ün, PKK’lı teröristlere yardım ettiği, lojistik destek sağladığı, helikopterlerle erzak ve askerî malzeme paketleri attığı, Türkiye’den kaçan teröristleri kamplarda sakladığı ortaya çıkacaktır. Çekiç Güç’ün asıl amacının Kuzey Irak’ı da içine alan bir “Kürt devleti” kurmak olduğunu Mısır’daki sağır sultan anlayacak ancak Türkiye’yi yönetenler bir türlü anlamak istemeyecektir. Kulaklarının üzerine yatmayı tercih eden dönemin iktidar partileri, on iki yıl boyunca Çekiç Güç’ün görev süresini uzatmak için âdeta birbirleriyle yarışacak, sadece Ecevit, “Türkiye’ye zarar vermeyecek yeni bir düzenleme garantisi” olması konusunda ısrarcı olacak, ancak o da sözünü kimseye dinletemeyecektir. Çekiç Güç’ün görevi Irak’ın kuzeyinde “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi” adı altında yarı bağımsız bir yönetimin kurulmasıyla 1996 yılında sona erecek; 1997 yılında bu harekâtın devamı olan Kuzeyden Keşif Harekâtı (Operation Northern Watch) uygulayan Birleşik Görev Gücü devreye girecek ve bu harekâtın da görevi 2003 yılında sona erecektir.
Körfez krizi sürerken Avrupa Konseyi Göçmenler ve Mülteciler Komisyonu’nda bir rapor kabul edilir. Buna göre, Körfez Savaşı sonrasında çözülecek sorunlar arasında yer alması gereken Kürt sorununun, Sevr Antlaşması’nda belirtilen “kendi kaderini tayin hakkıyla” ortadan kaldırılabileceği ifadesi yer almaktadır. Raporu hazırlayan Komisyon’un İngiliz üyesi David Atkinson’dır. Komisyonun Türk üyeleri karara sert tepki gösterirler. Mükerrem Taşçıoğlu, “Biz, Sevr’i geçersiz kılmak için harp ettik, Lozan Antlaşması’nı çıkarttık. Şayet o döneme tekrar dönülecekse, İngilizlerin, Fransızların o bölgeye dönmesi, bizim de Osmanlı İmparatorluğu zamanında sahip olduğumuz topraklar üzerinde hak iddia etmemiz gerekir!” der. İsmail Cem ise, “Bu girişimi dikkate almıyorum. Eskiye dönecek olursak, Osmanlı topraklarının bir bölümünün (Kerkük ve Musul) Lozan Antlaşması’na rağmen Türkiye’den koparılışını da tartışmalıyız.” şeklinde konuşur.
Avrupa Konseyi Göçmenler ve Mülteciler Komisyonu’nun raporunun ardından bu kez de İsveç’in Stockholm kentinde bir Kürt Konferansı toplanır. Üç gün süren konferansın sonunda bir de bildiri yayınlanır. Adına “Stockholm Deklarasyonu” denilen bu bildiride; “Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını da içeren insan hakları için Kürt halkının mücadelesine şu şekilde destek olunacaktır” başlığı altında bakın hangi kararlar alınır:
“Kürtlerle ilgili dayanışma komitelerini, dünya genelinde yaygınlaştırmak. Uluslararası platformlara Kürt sorununu taşımak ve gündemde kalmasını sağlamak. Kürt sorununun hükûmetler düzeyinde tartışılmasını sağlamak, hükûmet dışı kuruluşların ilgisini Kürt sorununa çekmek. Dünya medyasında, Kürt sorununun insan hakları boyutu ön plana çıkarılarak destek sağlamak ve medya kuruluşlarına sürekli enformasyon vermek.”
Batı’ya göre ortada bir PKK sorunu değil “Kürt sorunu” bulunmaktadır. SSCB, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de bulunan Kürtlerin bir sorunu vardır ve Batı bu sorunu sözde “insanî” boyutta ele alıp destek verecektir. “İnsanî” boyutla varmak istedikleri nokta ise; bu ülkelerde yaşayan Kürt kökenli vatandaşların “kendi kendilerini yönetme hakkı” ya da yaşadıkları bölgelerde “özerk bölgeler” oluşturularak kendi öz yönetimlerini kurmalarını sağlamaktır. Tam da San Remo Anlaşması’nın 5 Sayılı Toplantı Eki’nde yer alan “Kürt maddesi” ve Sevr Anlaşması’nın, “Kesim III, Kürdistan” başlıklı bölümündeki 62. 63. ve 64. maddelerinde olduğu gibi.
Bitmiyor, bitmez, bitirtmeyecekler…
Devam edecek…
Yararlanılan Kaynak:
Tülay Hergünlü; İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne -Türkiye’nin Hafızası- 1914-2002