Küçük bir kasabada, bir miktar araziye sahip olan bir adam, arazisinin üzerine bir pavyon yaptırmaya karar verir. Karar verir vermesine de, adamın arazisi tam caminin karşısında yer aldığından dolayı, imam ve cemaati bu inşaata şiddetle itiraz ederler. Ancak, mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamazlar. Tüm cemaatin ve imamın yapabildiği tek şey, her gün pavyon için beddua etmekten öteye geçemez. Gelgelelim İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu pavyon yerle bir olmuş. İmam ve cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya hiç gerek görmemişler. Her yerde, her gün ettikleri bedduayı söyleyip gezmişler. Duaları kabul oldu ya….Bunun üzerine pavyon sahibi, cami imamının ve cemaatin direk veya indirek olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile imam ve cemaatine karşı tazminat davası açmış. Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler. Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler. Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkemeye günü geldiğinde hâkim dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:
"Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum" demiş. “Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir pavyon sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati!"
Hep aynı durum. “Duruma göre davranmak” alışkanlığımız oldu. Yıllarca bu toplumun önüne geçenler, aynalarını alıp kendi içlerine bakmadan, kendilerini âlim olarak görüp, başkalarını zalim ilan ettiler. Bu da yetmedi, âlim olarak ilan edilen adamın arkasında duranlar onun ettiği her duaya da “âmin” dediler. Dediler demesine de işlerine gelmeyince kabul olan dualarını-beddualarını bile sahiplenmediler. İşlerine gelmeyince dualarını bile inkâr ettiler. Maalesef ki durum bundan ibaret. Bu her konuda böyle. Kayseriliye “altı kere altı kaç eder” demişler de, “alırken mi? Satarken mi? demiş. Doğru tek olsa bile durum sabit değil, durum değişken değil mi? Yani “duruma göre”…
“Parayla imanın kimde olduğu belli olmaz” demişler. Parayı bilmemde, imanın kimde olduğunu ancak ALLAH bilir. Kimin yolunun doğru olduğunu ALLAH bilir. Kimin kimden üstün olduğunu ALLAH bilir. Kimin takva sahibi olduğunu ALLAH bilir. Kimin ne denli ALLAH’a yakın olduğunu sen bilemezsin, ALLAH bilir. İman göz önünde yaşanmayan çok ulvi bir değerdir. Rahmetli Necmettin ERBAKAN “İman varsa, ,imkânda vardır” demiş. İmanımızın bol, imkânımızın çok olduğu, “duruma göre” davranmadığımız günler diliyorum.