Toplumda bazı insanlar vardır adeta olmazla özdeşleşmiştir. Yeniliğe hep negatif pencereden bakarlar. Onların hayatında olmazlar hep olurlara galip gelir. ’’İyimser insan, yaranın üstündeki kabuğu, kötümser insan ise kabuğun altındaki yarayı görür’(E.Schrönder) hesabı gölge taraftaki pencereyi kapatıp da güneşli taraftan bakmayı bir türlü istemezler. İsterseniz ne demek istediğimi bir iki örnekle izah etmeye çalışayım.
Apartmanlarda çöplerimizi rastgele biriktirip temizlik görevlisinin alması için kapının önüne bırakıyoruz. Görevli alıp yoldaki çöp konteynırına koyuyor. Bunda ne var ki diyeceksiniz. Evimin balkonunda oturup sıcak çayımı yudumlarken çok şeylerin olduğunu ve en azından iyi kötü eli kalem tutan biri olarak gündeme taşıma noktasında da olsa sorumluluğumun olduğunu düşünüyorum. Çünkü rızkını çöp konteynırlarında arayan vatandaşlar, bir pet şişe, bir teneke, bir parça kâğıt vb. bulabilmek adına, bazen ellerinde eldiven dahi olmadan çöpün altını üstüne getiriyorlar. Belki de bilmeden birçok hastalığa davetiye çıkarıyorlar. Biran kendimi ve çocuklarımı empati yapıyorum ve üzülüyorum.
Öyleyse diyorum, önce insana eşrefi mahlûkat olduğu için değer vermek adına evlerimizdeki çöpleri ayrıştırsak. Yani kâğıt – plastik - metalleri ayrı poşette, normal çöpleri de bir başka kapta muhafaza etsek ve apartmanlardaki çöp konteynırlarından birisini buna tahsis etsek. Böylece apartman görevlisi kâğıt – pet şişe - metal vb. türü aldığı çöpleri ayrı konteynıra koysalar. Rızkını çöp konteynırlarında arayan o çalışkan insanlar sadece geri dönüşüm için ayrılan temiz konteynıra baksa ve ondaki birikintileri alıp gitse ne olur? Acaba ne kazanırız, ne kaybederiz? Onlar için zaman kaybını önlemiş olmaz mıyız? İsabete geçmez mi? Allah razı olsun, ne güzel temizce ayırmışlar. Demek benim ülkemde de bir şeyler değişiyor diye düşünmez mi? Elbette düşünürler.
Ama gel gör ki; bu fikri eğitim verdiğim eğitimci seminerlerinde veya komşularla paylaştığımızda -güzel ama olmaz. kimse uymaz- deyiveriyorlar. Veya bunun için konteynır satan firmaya gidip şu renkte, üzerinde şu yazılar olacak şekilde çöp konteynırı lazım. Şöyle bir uygulama yapmak istiyoruz dediğimizde, el cevap ‘’Hocam güzel ama bizde bu tür şeylere kimse dikkat etmez, boşa yorulursun!’’ deyiveriyor. Düşünüyorum aklım bir türlü ermiyor. Madem güzel, o halde güzelliğe neden denemeden olmaz diye yaklaşıyoruz? ‘‘Eğer yapamayacağınızı düşünüyorsanız, haklısınız yapamazsınız’’ (H.Ford) sözünde anlamını bulduğu gibi, başlarken eksiyle başlıyoruz ve zincirin bir halkası olabilmek adına olumlu düşünemiyoruz. Herhalde televizyonlarda, her olumsuz haberlerin peşinden ‘’Eh, burası Türkiye!’’ diyenlerinde etkisi var gibi geliyor. Keşke güzel örneklerin peşinden de ‘’Burası Türkiye, elbette en güzeli olacak’’ deyiverseler. Toplum üzerinde kesinlikle çok olumlu yansımaları olur diye düşünüyorum.
Bir başka örnek vereyim. Her akşam haberleri izlerken eften püften tedbirsizlik veya bilgisizlik nedeniyle can mal kaybı yaşandığına şahit oluyoruz. Bazen akan gözyaşlarına dayanamayıp bu kadar da olmaz ki diye isyan ediyoruz ve bir şeyler üretebilmek adına derin düşüncelere dalıyoruz. Teşbihte hata olmasın ama rüyalara bile taşıyoruz. En basiti ‘’öğrenci velilerimize ev yangınları, doğalgaz, deprem, basit ilk yardım konularında gönüllülük esasına dayalı olarak ücretsiz bir saatlik konferans versek nasıl olur?’’ diye ikili sohbetlerimizde arkadaşlarla paylaşıyoruz. Belki de gayri ihtiyari ilk tepki ‘Güzel olur ama kimse gelmez’ oluyor. Hele bir denesek, emek versek, ne katkı sağlayabiliriz diye ciddi ciddi kafa yorsak, gelip gelmeyeceklerini ondan sonra düşünsek ama nafile…
Bizim köyde yaylada atıl halde bulunan bahçemizde karpuz yetiştiği hiç görülmemiştir. Rahmetli babam, bir sene kafaya taktı. Dedi, ‘’ben buraya karpuz ekeceğim.’’ Çevredekiler ‘Boşa masraf etme, burada karpuz olmaz’’ dediler ama babam vazgeçmedi. O atıl durumdaki bahçeye öyle bir hizmet etti ki, 7-8 defa sürdürdü, diğer bakımlarını özenle yaptırdı ve karpuzu ekti. O sene bahçeden her biri 15 – 16 kg ağırlığında ve lezzeti de bambaşka olan bir traktör karpuz çıktı. Satmak için Osmancık’a getirdiğimizde pazara girmeden kapışıldı. Tanımayanlara ‘Bu karpuzlar Seki köyünde yetişti’ deyince kimse inanmadı. Herkes Adana karpuzu zannetti. Çünkü geçmişte bizim köyden pazarda karpuz satıldığı hiç görülmemişti ama görülmeyecek anlamına da gelmeyeceğini kimse düşünemiyordu. Netice de, olmazlara inat karpuzu eken ve Adana karpuzu ile yarışacak şekilde yetiştiren babamızın mutluluğu görülmeğe değerdi.
Özetin Özeti: ’Zihnimizden yanlış düşünceleri çıkarmak, bedendeki urları, çıbanları çıkarmaktan daha önemlidir’’(Epictetos) sözünden yola çıkarak, eğer yeni bir fikir ortaya atılmışsa ve o fikir üzerinde kafa yormadan balıklamasına -güzel ama olmaz- demeyelim. Fikir güzelse olması için deneyelim, emek verelim. Hiç olmazsa motive edip, Allah işini rast getirsin diyelim.
Rahmetli babamın yetiştirdiği kapuz gibi, bu Adana’dan gelmiştir. Bu köyde yetişmemiştir diyen herkesi şaşırtalım… Yeter ki emekler samimi olsun… O halde, buyurun güzel ama olmaz hastalığından kurtulmaya… Ne dersiniz?
*
HATIRLATMA: 50 yılın birikimi olan, muhtevasında 666 adet farklı nasihatin yer aldığı ‘’Mahirane Söylemler’’ kitabımı mutlaka okumanızı ve evlatlarınıza okutmanızı samimi olarak tavsiye ediyorum. Yukarıdaki telefondan iletişime geçerek imzalı olarak (35 TL- benden) temin edebilirsiniz.