Atatürk, ülkenin kurtuluşu için tüm vatanseverleri bir araya toplayıp kongreler ile uğraşırken Padişah da “Atatürk’ün askerlik mesleğinden çıkarılmasına, sahip olduğu nişanların geri alınmasına ve fahrî yaverlik rütbesinin kaldırılmasına dair” irade-i seniyye çıkarmakla meşguldür. İstanbul’da ise hâlâ bazı çevreler ve birtakım aydın kesim ya İngiltere’nin ya da Amerika’nın korumacılığına girilmesi konusunda ısrarlıdır.
Bunlardan ünlü romancı Halide Edip (Adıvar) Atatürk’e gönderdiği mektubunda şu satırlara yer vermektedir: “… Davamızda yardımcı olabilmesi için, bu fırsat dakikalarını kaybetmeden taksim ve yok olma korkusu karşısında, kendimizi Amerika’ya müracaata mecbur görüyoruz…” Bekir Sami Bey ise; “…Memleketin beş mandaterliğe bölünmesinin kesin olduğunu, milletin beş mandaterlik değil bir mandaterin elinde bulunmak şartıyla millî varlığını korumaya çalışmasını; tam bağımsızlığın korunmasını isteyenlerin boş bir hayal peşinde koştuklarını; memleketin rüştünü kanıtlayana değin geçici bir süre için yabancı bir hükümetin mandaterliğini kurtuluş çaresi olarak gördüğünü; kendisi ve arkadaşlarının Amerikan mandası taraftarı olduğunu ve Amerikalıların bunu en iyi şekilde tatbik edeceklerine inandığını, Hilafet hakları ve saltanatın Osmanlı hanedanında kalması; dışarıda temsil edilme hakkımızın eskisi gibi devam etmesi koşuluyla Amerikan mandaterliğini istemekte endişe edecek bir durum olmadığını…” belirtmektedir.
Kara Vasıf Bey ise özetle şöyle demektedir: “… 400-500 milyon lira borcumuz var. Paramız ve ordumuz yok. Ekonomik durumumuz bağımsız yaşamaya uygun değil. Onların uçakları var, bizim ise kağnılarımız. Onların savaş gemileri var, bizim yelkenlimiz bile yok.”
Mustafa Kemal Paşa, manda tavsiye eden mektupları okuduktan sonra yanındakilere şöyle der: “… Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi âşık olacaklar! Bu ne hayal ve ne gaflettir! Hayır, paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var!” 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya çektiği telgrafta da şu soruları sormaktadır: “Kara Vasıf Bey Amerikan mandası ile çok uğraşıyor. Anadolu’daki milletin gerçek duygularını anlatmaya muvaffak olamıyor muyuz? Acaba yazdıklarımız ulaşmıyor mu?”
Elbette manda savunucuları her şeyden haberdardır ancak Mustafa Kemal’e ve Türk milletinin bağımsızlık konusundaki kararlılığına inanmamaktadır… Atatürk’ün, Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya gönderdiği telgraf bu konuda asla şüpheye yer bırakmamaktadır: “… Muhakkaktır ki, vatan ve milletin mukadderatı için içerde ve dışarda kabul ve söz sahibi olmak mutlaka millî iradeye dayanmaya bağlıdır… Gayet samimi olarak arz ederim ki, millet her türlü iradesini gerçekleştirmeğe muktedirdir. Girişimlerinin önüne geçebilecek hiçbir kuvvet mevcut değildir. Millet çizdiği program içinde gayet kesin ve açık adımlarla amacına yürümektedir…”
Buraya kadar yaşananlardan anladığımız o ki; Mustafa Kemal Atatürk, Millî Mücadele’nin bir zaferle sonuçlanacağından bir an bile şüpheye düşmemiştir. O, hem kendisine hem birlikte yola çıktığı silah arkadaşlarına ve özellikle de Türk milletine sonuna kadar güvenmiştir. Azim ve kararlılık Atatürk’ün karakter özelliklerindendir ve bu özellikleri ülkenin tam bağımsızlık mücadelesinde millete de sirayet etmiştir. Mandacılara da “İtilaf Devletlerinin baskısı ve hıyanet şebekelerinin propagandası altında belki de şaşırmış ve bunalmış biçareler” demektedir.
27 Ağustos 1919 gecesi Erzurum’da arkadaşlarına söylediklerinden birkaç satıra da yer verelim: “…İstanbul bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu olmayacaktır! Türkiye bağımsızlık bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemekte devam edeceğiz… Manda yok! Ya bağımsızlık ya ölüm var! Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu’nun ve Türk milletinin gerçek hissiyatını bilseler, bizim çalışmamızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi’nin kararlarının nasıl bir millî vicdan ürünü olduğunu takdir edebilseler, bu yanlış fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. …”
Burada Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın bir ihanet belgesi olan ve İngiliz Yüksek Komiseri Amiral J. de Robeck’e verdiği demeçten bir bölüme de yer verelim: “… Mustafa Kemal’in ezilmesi için İtilâf devletlerinin müsaadesini dilerim. Taraftarları hem delilik hem de hamiyetsizlik edip harbin devamını isterler. …” Yaklaşık yedi yüzyıl yedi kıtaya hükmeden koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun bir sadrazamı, bir avuç büyüklüğündeki ada ülkesi İngiltere’nin yetkilisinden ülkesinin bağımsızlığı için savaşan bir Osmanlı paşasını ezmek için izin istemektedir; gurursuzca ve onursuzca…
Bir tarafta tam bağımsızlık diye haykıran Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile Türk milleti, diğer tarafta ise saltanatlarının sürmesi için her türlü ihanetin içinde yer alan bir sadrazam ile saray çevresi… Atatürk, tüm ihanet çalışmaları hakkında Padişah Vahdettin’e bir uyarı yazısı göndermiştir ancak sonuç alınamamıştır çünkü Padişah da bu ihanet çemberinin tam ortasında yer almaktadır.
Günümüz Türk gençliği tüm bunları bilmek zorundadır. Ne demiştik; geçmiş bilinmeden bugünler anlaşılamaz…
Amasya Bildirisi ile ülke çapında bir direnişin şifreleri verilmiştir. Amasya’nın ardından tüm engellemelere ve suikast ihbarlarına rağmen önce Erzurum ardından da Sivas Kongreleri gerçekleştirilir.
Erzurum Kongresi bölgesel olmasına rağmen alınan kararlar ile bir anda Kurtuluş Savaşı’nı da şekillendirecek olan ulusal bir kongreye dönüşmüştür. Burada alınan kararlar Sivas Kongresi ve Misak-ı Millî kararlarının biçimlenmesinde etkili olmuştur. Kongre’de ilk kez manda ve azınlıklar konusu ele alınmıştır. Doğu Anadolu’daki direniş hareketleri birleştirilmiş ve ardından da bütün yurttaki direniş hareketlerinin birleşmesi yolunda ilk adım atılmıştır. Kongre’den önce görevinden alınan Mustafa Kemal Paşa, Kongre’den millî mücadelenin lideri olarak çıkmıştır. Kongre’nin başarısı Batı Anadolu’daki direniş hareketini de güçlendirmiştir. Erzurum Kongresi’nin 1. Maddesi Millî Mücadele’nin mihenk taşıdır:
“Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz.”
Kongre’de “millî sınırlar” ifadesi ilk kez kullanılarak, vatanın bir bütün olarak savunulacağı belirtilmiştir. İkinci maddesi ise Ankara’da kurulacak olan yeni bir Meclis’in ilk habercisidir: “Vatanın ve istiklalin muhafaza ve teminine İstanbul’daki hükümet muktedir olmadığı takdirde maksadın temini için geçici bir hükümet teşekkül edecektir. Bu hükümet millî kongrece seçilecektir. Kongre toplanmış değil ise bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.”
Erzurum Kongresi’nin ardından 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında ulusal nitelikte olan Sivas Kongresi gerçekleştirilir. Burada alınan kararlar, Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek tüm ulusu kapsar bir nitelik kazandırır. Sivas Kongresi yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşuna temel oluşturduğu için ayrı bir öneme sahiptir.
Sivas Kongresi’nin 1. Maddesi de Erzurum Kongresi’nin 1. Maddesi ile aynı kararlı iradeyi vurgulamaktadır;
“Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.”
Devam edecek…