Atatürk’ün elinde ne para, ne düzenli bir ordu ve silah ne de cephane vardı. Ülkenin bazı yerlerinde yakılmış olan çoban ateşlerinin dışında düzenli ve ideolojik bir ordu ve bilinçli bir halk da yoktu.
Onu bağımsızlık savaşına yönlendiren “Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek manevi bir kuvvet vardı.” dediği millete olan güvenci ve zafere olan kesin inancıydı. 20 Mayıs’ta Sadarete yolladığı yazıyla “İzmir’in Yunan askerince işgali, millet ve orduyu düşünülemeyecek ve tanımlanamayacak derecede içten yaralamıştır. Ne millet ve ne de ordu, varlığına karşı yapılan haksız tecavüzü sindirmeyecek ve kabul etmeyecektir.” diyerek millî mücadeleyi başlatacağının ilk sinyallerini vermişti.
Samsun’a çıkışından itibaren kurtuluş yolunda Anadolu halkının teşkilatlandırılması ve bağımsızlık yolunda verilecek mücadeleye hukuki zemin kazandırılması için büyük ve zorlu bir mücadele verir. Millî mücadelenin tanıtımı ve yayılması konusunda ülkenin ve dünyanın yetkili kişi ve kurumlarına telgraflar gönderir; iç ve dış basının sorularını da cevapsız bırakmaz. Bu çerçevede Yenigün gazetesine şöyle bir demeç verir: “…Ben sırf vatan ve milletime böyle bir tarihî dakikada tamamiyle kendimi verebilmek gayesiyle mukaddes mesleğimden ayrılıp milletin sinesine katıldım. Bu sebeple tamamiyle milletimin umumî iradesine boyun eğmiş durumdayım.” Tasvir-i Efkâr gazetesi sahibi Velit Bey’in Kuva-yi Milliye hakkındaki sorularına da şu cevabı gönderir: “Millî örgütün ileri gelenleri, vatanın müdafaası ve bağımsızlığı için kalpleri çırpınan milletin umum güzide evlâtlarıdır. Ana maksat, vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını temin etmektir.”
18 Ekim günü Sivas’tan Amasya’ya geçer. Burada Rauf Bey, Bekir Sami Bey ve İstanbul Hükûmetinin Bahriye Nâzırı Salih Paşa ile görüşür. Salih Paşa’ya Anadolu’nun güvenli bir yerinde Osmanlı Mebuslar Meclisinin toplanmasını kabul ettirir. Aynı günlerde İngiliz Generali George Francis Milne’de bir raporunda şu satırlara yer vermektedir: “…Millî liderler silahlı mukavemete iyiden iyiye kendilerini kaptırmışlardır. …Mustafa Kemal’in başkanlığındaki millî bir parti çetin bir cevize benzer!” General Milne çok haklıdır…
Ermeni Patrik Vekili Zaven Efendi’de boş durmamaktadır. Ermeni Neogolos gazetesine gönderdiği bir yazıda, Ermeni ailelerinin göçe başladığını, millî hareketin azınlık aleyhtarı bir hareket olduğunu, belirtir. Atatürk’ün Amasya’dan basına gönderdiği cevabı şöyledir: “Patrik Vekili Zaven Efendi’nin Neogolos gazetesinde ne amaçla yayınladığı bizce bilinen mektubun içeriğine gereğinden fazla önem vermeyi lüzumsuz görüyoruz.”
Tasvir-i Efkâr muhabiri Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey’e de şu demeci verir: “…Dünya, milletimizin hayatına ya hürmet edip onun birlik ve bağımsızlığını onaylayacaktır ya da son topraklarımızı son insanlarımızın kanıyla suladıktan sonra bütün bir milletin ölüsü üstünde reddolunmuş istilâ hırsını tatmin etmek mecburiyetinde kalacaktır.”
Atatürk, bir tarafta Millî Mücadele’ye hazırlanırken diğer tarafta da yurdun dört bir tarafında çıkarılan iç isyanları bastırmakla uğraşmaktadır. Ahmet Anzavur adlı bir kişinin başlattığı ve tarihe “Anzavur ayaklanmaları” olarak geçen isyan Manyas, Susurluk, Gönen ve Ulubat dolaylarında giderek yayılmaktadır. İsyan Millî Kuvvetler tarafından bastırılır. Anzavur’un 16 Şubat 1920’de Biga merkezli çıkaracağı ikinci isyanını ise Çerkez Ethem bastıracaktır.
İtilaf Devletleri Türk topraklarını aralarında paslaşmaya devam etmektedir. Atatürk 13. Kolordu’ya bir direktif gönderir: “…Urfa, Maraş ve Antep’in İngilizler tarafından Fransızlara devredileceği Avrupa basınının yayınlarından anlaşılıyor. …Urfa, Maraş ve Antep’i Fransızlara işgal ettirmemek ve işgal etseler bile, onları, orada barındırmamak için her tedbire hemen başvurmak gerekmektedir.” 27 Ekim günü Tokat’a geçer. Oradan da tekrar Sivas’a…
Salih Paşa ikna olmuştur ancak Harbiye Nâzırı Cemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Cevap Paşa ve Ahmet İzzet Paşa, Osmanlı Mebuslar Meclisi’nin İstanbul dışında toplanmasının imkânsız ve aynı zamanda da tehlikeli olduğunu, bunu genel siyasetleri açısından sakıncalı gördüklerini bildiren telgraflar gönderirler. Atatürk ise, İstanbul işgal altında olduğu için gerçek bir tehlikenin mevcut olduğunu, İstanbul’da toplanmasının uygun ve doğru olmayacağına inandığını belirterek Millî Meclisin mutlak güven içinde taşra da toplanması konusunda ısrar eder.
Ülkenin güney bölgelerinden İngilizler çekilmekte ve buraları Fransızlar tarafından işgal edilmektedir. Atatürk Antep, Adana, Sis, Mersin ve Cebelibereket Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine birer telgraf çekerek; “…Türk hükûmeti parçalarından olan bu yerlerin Fransızlar tarafından işgalinin bütün hükûmet memurlarıyla Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyeleri ve belediye başkanlıkları tarafından kamuoyu ve Amerika katında protesto edilmesi ve bu haksızlığın düzeltilmesinin istenmesini” bildirir. 10 Kasım günü de 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’e dış siyaset hakkında bir telgraf gönderir. Şu cümlesi o günlerde olduğu kadar günümüze de ışık tutması açısından son derece önemlidir: “…Bugün dostumuz yoktur; ancak dostumuz millî bütünlüğümüz, örgütümüzdür.”
Osmanlı Hükûmeti “… Millî örgüt adına hükûmet işlerine müdahale edilmemesi” konusunda bir bildiri gönderir. Cemal Paşa’da Atatürk’e gönderdiği telgrafta bu hususu hatırlatarak; “… Şimdiki hâl bir müddetçik daha devam edecek olursa, Heyet-i Vükelâ’nın çekileceği muhakkaktır.” der. Heyet-i Vükelâ; sadrazam ve nâzırlardan oluşan Osmanlı hükûmetini temsil eden meclistir. Atatürk’ün cevabı ağır olur: “…Millî örgüte karşıt düşüncede bulunanlar ancak memleket ve millete düşman olanlardır.”
Suriye ve Kilikya’daki işgal kuvvetlerinin değiştirilmesi amacıyla İngiliz ve Fransızlar bir anlaşma yaparlar. Atatürk 14 Kasım günü bu konuda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Heyetlerine ve basına bir genelge gönderir: “… İngilizler, Fransızlarla 1916 yılında imzaladıkları antlaşmayı esas kabul ederek bu yıl Eylülün on beşinci günü ‘Suriye Antlaşması’ adıyla milletin tarihine yeni bir zulüm ve tecavüz sayfası daha ilave ettiler. Milletimiz Erzurum ve Sivas Kongreleriyle mukaddes ve meşru hukukunu savunma hususundaki azim ve kararını cihana ilan etmişti. Bu sebeple bu ve bu gibi varlığımıza ve meşru bağımsızlığımıza kasteden caniyane kararlara asla boyun eğmeyecektir!”
Suriye günümüzde de başımıza belâ edilecektir…
Osmanlı Hükümetinin, Mebuslar Meclisinin İstanbul’da yapılmasında ısrarı üzerine, Mustafa Kemal Atatürk 16 Kasım’da Sivas’ta “Komutanlar Toplantısı” yapar. Komutanların da hükûmetin görüşüne katılması üzerine Atatürk de kararı uygulamaya koyulur. Aynı gün Antep, Maraş ve Urfa’nın İngiliz işgalinden Fransız işgaline geçmesi üzerine itilaf devletleri temsilcilerine bir protesto gönderir: “… Yunanlılara işgal ettirilen Aydın vilayetindeki öldürme ve imha facialarının şimdi de Ermenileri alet eden Fransızların işgal ettiği Adana vilayetinde, Maraş, Urfa ve Antep’te aynen işlenmesi bütün bu siyasî haksızlıklara bir ilâve teşkil ediyor. İtilâf Devletlerinin yapmış ve yapmakta olduğu haksız davranışları şiddetle protesto eder ve onların memleketimiz ve milletimiz için daha insanî ve daha adaletli duygulara arzularıyla dönmelerini temenni ederiz. Milletimiz, topraklarının ayrılması ve taksimine ve esarete düşmeğe razı olmaktansa bütün maddî ve manevî kuvvetleriyle varlığını ve meşru hukukunu korumada kararlılıkla ve ısrarla devam edecektir. Bu meşru ve kutsal kararda milletimizin bütün anlamıyla beraber olduğunu İtilâf devletlerine haber vermek isteriz. Bu hususta milletimizin yükselen meşru sesini duymak istemeyerek tutulan insanlık dışı yolda devamın verebileceği sonuç pek acı olabilir!”
Mustafa Kemal Atatürk’ün uyarılarına kulaklarını tıkayanlar, bir gün bunun acı sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklarını akıllarına bile getirmemektedirler.