“Allah Teâlâ bana: O kadar mütevâzi olun ki kimse kimseye böbürlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin, diye bildirdi.” (Müslim, Cennet 64. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 40; İbni Mâce, Zühd 16, 23)
Tevâzu alçak gönüllü olmak demektir. Daha geniş mânasıyla söyleyecek olursak, tevâzu, hakkı kabul edip ona boyun eğmektir. Hak ve doğru olan bir şey, yaşça büyük veya küçük, insanlar arasındaki itibarı bakımından değerli veya değersiz her kim tarafından ortaya konmuşsa, itiraz etmeden kabul etmektir. Hakikate böylesine teslim olan kimselere de mütevâzi insan denir.
Toplum olarak görgüsüzlüğün, kendini beğenmişliğin, kibrin normalleştirildiği günler yaşıyoruz. En kötüsü de bu davranış şekillerine prim verilmesi, bu tip davranışlarda bulunanların kendini haklı görmeye başlaması. Ama bize öğretilen başkaydı. Çocukluktan itibaren kendimizi başkalarından üstün görmeden, eğitimin, varlığın, sahip oldukların ne olursa olsun tevazu göstermek üzere yetiştirildik. Herkese eşit davranmak önemliydi. Doğru olanın bu olduğuna inandık. İnsan ilişkilerinde sevgiye, saygıya, davranışlara değer verdik. “Alçak gönüllülük faziletlerin temelidir” denilirdi, en büyük erdemlerden biri sayılırdı.
“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye sizi milletlere ve soylara ayırdık. Şüphesiz Allah yanında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en fazla sakınanlarınızdır.” (Hucurât sûresi, 13)
Herkes önce Hz. Âdem ile Havvâ’dan, daha sonraları da bir anne ile babadan yaratılmıştır. Bu sebeple kimsenin üstünlük iddia etmeye, anne ve babasıyla övünmeye, bir başkasını soyu ve milleti sebebiyle küçümsemeye hakkı yoktur. Çünkü herkesin soyu aynı kaynağa dayanmakta ve aralarında hiçbir fark bulunmamaktadır.
Ancak artık başka bir boyutta yaşıyoruz. İnsanlar konuşurken sürekli alt yazı geçiyorlar. Kendilerini, sahip olduklarını durmadan yineliyorlar. Arkadaş seçerken erdemlerine değil varlıklarına bakılıyor. Ama önce kendi muhteşemlikleri anlatılıyor, ne var ne yok ortaya seriliyor. Senin sahip olduklarını, kim olduğunu düşünmeden kendilerini övüyorlar. Çünkü artık düşünmek yok, hatırlatmadığınız şeyler yok sayılıyor. Böylece tevazu sahibi insanlarla mütekebbirlerin karşılaşması, tevazu gösteren kişilerin mutsuzluğu ile sonuçlanıyor.
İnsan kendini dev aynasında görmeden önce durup düşünmeli, kendi özünü görmeli. Kendini başkalarından üstün görmeden önce şu soruları cevaplamalı; Ben kimim? Soyum sopum, eğitimim ne? Ailemden, eşimden bağımsız kişisel başarım ne? Kime göre güzel, kime göre yakışıklıyım? Çevremde dostum var mı? Bu dünyadaki varlığımın başka insanlara bir faydası var mı?
Ne zaman ki insan kendi özüne döner, kendinin farkına varır, o zaman herkesin kendine göre farklı konularda üstünlükleri ve zayıflıkları olduğunu anlar. Kendisine yöneltilen eleştiri ve tavsiyeleri can kulağıyla dinler. “En iyiyi ben bilirim” iddiasında olmaz, gurur yapmaz, doğruya karşı direnmez, yanlışa karşı öfkeyle yaklaşmaz. Hiçbir konuda bir üstünlük iddiası olmadığı için, “önce o sevgi göstersin, önce o selam versin, önce o benimle konuşsun” gibi kibirden kaynaklanan hesaplar içine girmez. Karşısındaki insan kibirli olsa bile, alçak gönüllü davranır.
Ancak hayat kısa, baktın ki hak ettiğin davranış gösterilmiyor, sen tevazu gösterdikçe üstüne geliniyor, üsteleme. Seni mutsuz edenle, kendini bilmeyenle zaman geçirme.
Kimseyi gözünde büyütme, kimsenin de kendini büyük görmesine izin verme.
Nietzsche’nin “Yükseldikçe uçma bilmeyenlere daha küçük görünürüz” sözünü de aklından çıkarma…
“Yaratılmışların En Değerlisi İnsandır” felsefesine ve engin bir insan sevgisine sahip olan Mevlana, yüzyıllardır hoş görünün, kardeşlik ve barışın simgesi olmuştur.
Mevlana’nın her biri üzerine ciltlerce kitap yazılacak 7 öğüdünü paylaşmak istiyorum. Hepimizin daha hoş görülü, daha hak hukuk gözeten bireyler olmamız dileğiyle.
Mevlana’nın 7 öğüdü
Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN, YA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL.
Mevlana Mesnevisi’nden küçük bir hikaye
Kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturdu yerine.
Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
-Sen hiç gramer okudun mu? Dil biliminden anlar mısın?
Kayıkçı:
-Hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-Vah vah dedi Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgar şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. Denizde fırtına çıkmış, Bilgin korkmaya başlamıştı.
Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. Gördü ki artık kurtuluş ümidi yok, Bilgine dönüp sordu:
-Efendim, yüzme bilir misiniz?
Bilgin:
-Ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
O zaman kayıkçı:
-Vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız…
Başka bir hikaye ise şöyledir;
Bir adam, kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu, o zamanlar aynı zamanda aşevi işlevi görmekte olan bir dergaha bağışlamak ister.
Adam Hacı Bektaş-ı Veli'nin dergâhına gider. Durumu Hacı Bektaş-ı Veli'ye anlatır ve o ' helal değildir' diyerek bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise bu kurbanı kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş-i Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhı'na gider ve ona, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş-ı Veli'ye sorar. O da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.
Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen insanlar olmamız dileğiyle...