Yaşadığın yer sevdiklerinle güzeldir...
Nereyi seversen cennet orasıdır… O’dur…
Bir bardak çayı, balkonundaki manzaranın keyfiyle içiyorsan, orası evindir…
Dün balkonda çayımı yudumlarken içim buruldu…
Evimin balkonundan Eshab-ı Kehf'i gün batımıyla seyretmenin keyfi inanılmaz güzeldi...
Şimdi dağın tepesi BAZ istasyonu yığını ile kaplanmış... Edür, büdür görünüyor…
Minareyi fark etmek mümkün değil...
Aşağıya doğru bakıldığında ise dikey binalar şuradan buradan fırlayıvermiş...
Hey İstanbul dedim...
Yedi tepen yedi yüzlerce bina ile donanmış tepelerin kahroluyor...
Sende İstanbul'a benzemişsin Eshab-ı Kehfi…
Kentimi ve burada yaşamayı seviyorum…
Seversen bütün kusurları kapatırsın, görmezsin, kusur gelmez sana…
Sevdiği değerleri sahiplenir insan… Korumak ister...
Hani hep dillerde söylenir ya, İstanbul'un görünümü çoook kirlendi diye...
Ammmaaa Sadece İstanbul'un görünümü bozulmamış…
Bütün kentlerimizde çarpık bir yapılaşmaya doğru hızla büyüyor...
***
Bir manzaranın keyfine varabilmek için binlerce kilometre yollar göemeye kat edilmiyor mu?
Daha iyiyi ararken elimizdeki değerlerden oluyoruz… Farkına varmıyoruz…
Bozulma ve çirkinlik Anakentlerde değil küçük yerleşim birimlerinde de yaygın hale geldi...
Kentler kazanç hırsında çirkinleşiyor...
Doğa bitiyor… Ölüyor…
Oysa,
Kent içinde yaşayan insanı mutlu etmek zorundadır...
Kent içinde yaşayan insanı mutlu edecek şekilde tasarlanmak zorundadır...
Kent dokusuyla, insanların yaşam tarzıyla bütünleşmek zorundadır…
Kentler, sadece sokaklarıyla değil çevresiyle de bütündür… Dağlarla, ağaçlarıyla bütünleşir...
Doku insana hitap ediyorsa yaşamaya, görmeye, sevmeye değerdir...
Dağını seversin, ağacıda gölgelenirsin, deresinin şırıltısını dinlersin, çiçeğini koklarsın, dalından meyvesini koparır, tarlasından sebzesini toplarsın...
Doğasını nefeslemek istersin...
Bütün bunların arasında kendine edindiği yeri özler…
Kendine edindiği yerde tutulduğu dalın kolları budanır, yaprakları sıyrılınca huzur kaçarsa oraya olan sevdası yenik düşer.
Şayet sevmezsen altından köşk batar insana...
Çabalarsın onu, orayı cennet kılmaya...
***
Her kentin dokusu farklıdır… Her doku kendi içinde değerlendirilmek zorundadır…
Bizim memleketimiz sıcak... Hem de yazın kavrulur…
Yollarımız asfalt karası… Kaldırımlarımız çıplak…
İnsanımız sıcaktan erir yazın…
Dağlarımız orman ister…
Toros’lar beyaz kardan başlık ister...
Yeşil yok olunca yağmur küser, ovanın bereketi gider...
Kentlerin üzerine sıcak katbekat ağır çöker...
Sevdiğinden ayrılan yar gibi kentindeki sıcaktan kaçmaya çalışır yaşayanı...
Kentlerimizdeki yatay ve dikey yapılar insan yaşamını çekilmez kılıyor..
Biz yaşadığımız yerleri hastalandırıyoruz...
Kentlerin içinde kayboluyoruz...
Yeşile hasret olan çocuklarımız sağlıksız kalırken...
Toptan kentlerle birlikte hastalanıyoruz…
Kaldırımlar ağaçsız, kentlerde yılan yalayacak toprak kalmıyor...
Modernlik adına kendimizi öldürürken, doğayı da bozuma uğratıyoruz...
Çocuklarımız yeşil alan yerine beton da oynuyor.
Dahası teknolojik çocuk olup büyüyorlar.
Toprakla bulunamayan yeşille oynaşamayan çocuklarımız ve insanımızın bünyesi isyan ediyor…
Çaresiz kalıyor…
Çare ise kentleri yönetenlerin üreteceği çözümlerdedir…
Kalın sağlıcakla__Doğaya Saygıyla__Meryem’ce