Her anne baba sağlığında evlatlarını baş göz etmek ve akabinde mürüvvetlerini (torunlarını görüp mutluluklarına şahit olmak)  görmek ister.

Bu da belki Yaradan’ın verdiği en önemli nimetlerden biridir. Lakin dönem eski dönem değildir. İzdivacın zorlaşması buna mukabil boşanmanın kolaylaşması toplumsal bir yaradır. Diğer taraftan ekonomik sebepler, güvenceli iş güç sahibi olamamak ve tahsil seviyesinin yükselmesi yine gençlerin izdivacını zorlaştıran etkenlerdendir.

Gençler için evlilik demek önce bir yığın düğün masrafları sonra ailenin geçimi ve çoluk çocuğa kavuşmakla beraber büyük bir sorumluluk demektir. Durum böyle olunca anne babalar da pek üzerine gidemiyorlar. Dedik ya dönem eski dönem değil gitseler de söz geçiremiyorlar. Psikoloji ne kadar narinse hemencik kırılıveriyor. Yılların tecrübe abidesi anne babalar iki cümle daha konuşmaktan korkar hale geliyorlar. Çünkü artık anne baba uygun gördüyse kerhen de olsa ‘’evet’’ diyecek bir nesil yok. Kerhen evet demesinler ama birazcık da kendi faydalarına söz dinleyiversinler.

Her şeye rağmen izdivaç oldu diyelim, bu sefer de çoluk çocuk olmadan ‘gezelim tozalım, çocuk işini yarınlara bırakalım’ diyen bir gençlik var. Anne baba kıyıdan köşeden laf vurdursa da nafile… Birde buna mukabil daha senesi dolmadan ‘’hala sizinkilerin bir şeyi yok mu?’’ diye telaşesine düşen meraklılar(!) cenahı var. İyi niyet ayrı ama lüzumsuz olarak iki birde sormak patavatsızlığın zirvesidir. Hele hele bir avuç aklıyla karşısındaki bilinçli gençlere akıl vermeye, şöyle böyle -hurafelere yönlendirmeye- diye yol göstermeye tevessül etmek çoktan seçmece zırvalamaktır.  Dolayısıyla üzerimize vazife olmayan (yardım talep edilmeyen) özel durumlara burnumuzu sokmamak lazımdır. Yoksa düğünde bayramda görünce zor selam veren veya elimizi öpmeye uzanan o gençleri de birer birer kaybederiz. 

Bazen de kahvehane köşesinde oturup bir iki bardak çay içerken arada patavatsız konuşanlar oluverir. Masada herkesi tanımaz -tanısa da uygun değil- bazen de Allah’ın evlat vermediği bir vatandaşta olabilir. Bunu hesap etmeden ‘’Adamın çoluk çocuğu yok hırsı dünya kadar’’ deyiverir. Hatta -kızıyorsa - daha galiz olan ‘’kodaksıx’’ kelimesini kullanıverir. Bu husus önce Allah’ın sonra ilgili vatandaşın gücüne gider. Cahillik hamurunda yoğrulduysa adam ‘’Veren de Allah alan da Allah, yarın benim başıma da gelebilir’’ diye düşünemez. Ama düşünmesi gerekir.

Bizden öncekilerde olduğu gibi bizim kuşakta ekseriya çocuklarını aile büyüklerinin yanında sevememiştir. Şayet sevecek olursa –atasından- hemen lafı yemiştir. Durum böyle olunca -bende olduğu gibi- anne babalar evlatlarına karşı yaptıkları hataları, eksiklikleri onların kuzularında telafi etmeye çalışırlar.  Buna da ‘zararın neresinden dönersen kardır’ diyerek şükretmek gerek. En azından bir çaba uğraşı vardır. Ya hiç olmasa…

13/7/2024 tarihinde rabbim bize de torun nasip etti. Dünya tatlısı bir İpek kızımız oldu. Ben yapım icabı küçük bebekleri -bir yaşına gelinceye kadar- pek seven biri değildim. Lakin toplumda hep ‘’torun çok farklı’’ denir ya, meğer aynen öyle imiş. Kendim de, anne babalarını niye böyle sevmemişim diye nedamet duyuyorum desem asla yalan olmaz. Bu eksiklikler aslında kendi anne babalarımızdan bizlere miras kalıyor. Kendi adıma anneciğimin – babacığımın, ebemin -dedemin beni (içten sevme hariç) canla başla dokunarak sevdiğini hatırlamıyorum. Torunu severken aynı zamanda kendime de üzülüyorum. Keşke çocukluk yıllarımda anne babamın o sımsıkı sarılmasını hatırlasam da bugün afaki sıcaklığını bedenimde hissetsem diye arzu ediyorum. Diğer taraftan da her dönemin kendine has özellikleri vardır onu da günahıyla sevabıyla kabullenmek zorundayız.

Yine zamanımızda en önemli ihtiyaç çalışan anne babaların çocuklarına bakacak güvenilir birilerini bulabilmesidir. Eğer aile içerisinde varsa bu büyük bir nimettir. Çünkü (istisnalar hariç) bakıcı iterek aile içerisinden birisi öperek bakar, büyütür. Hele arada televizyon haberlerinde olumsuz örnekleri gördükçe -ciğerparemizi emanet ettiğimiz- bakıcının ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Bu nedenle bakıcımız güvenli ise -gerekiyorsa harcamalarımızdan kısıp- maddi manevi daha çok sahip çıkmaya çalışmak gerekir ki, elimizden kaçmasın.

Özetin Özeti: Evlilikler kolaylaştırılmalı,  düğünlerde ayrıntılara boğulmamalı, günü değil –şunu şöyle yaptılar bunu böyle yaptılar diye durmadan dile dolamak- geleceği hesap ederek gönüller asla kırılmamalıdır. Çünkü dünürlerin uyumlu olması aynı sofrada oturabilmesi evlatlarımızın mutluluğuna, uyumuna en az %50 katkı sağlaması demektir. Diğer taraftan çocuklarımızın hemen çocukları olmazsa / tedavi gerekirse -zaten onların sıkıntısı onlara yeter- bilhassa bu süreçte asla lüzumsuz kelam edilmemelidir. Özellikle bu süreçte aile efradının yapacağı hatalar ve samimi yardımcı olmalar kolay kolay unutulmaz. Yaradan vermişse şükredip ‘’Diziye bağımlı değil yazıya bağımlı’’ örnek bir aile olarak torunları yarınlara vatanına milletine faydalı bir birey olarak yetiştirebilmenin gayreti içinde olunmalıdır. Ayrıca her iki aile büyüklerinin de torunlarını görme özlemi içerisinde olduğu unutulmamalıdır. Başka bir ifade ile ebeler - dedeler torunlara hasret bırakılmamalıdır. ‘’Bir neslin kaderini bir önceki nesil tayin eder. Ebelerin, dedelerin güzelliği torunlarda yeşerir’’ sırrınca şu kesin olarak bilinmelidir ki çocukların aile büyükleriyle görüşmesi, onlarla aynı sofrayı paylaşması, şakalaşması, (arada tatlı fırça yemesi) elinden tutup parka çıkılması (camiye gidilmesi) en güzel terapidir. 

Aile büyükleriyle torunların kaynaştığı, yaşlılığında, hastalığında uzaklaşmadan daha da yaklaştığı bir yaşam diliyorum. Rabbim arzu eden herkese torun sevgisi ve vefalı olacak gerisi nasip eylesin.