Eski kurum bağımı yoksa gönül bağı mı bilmiyorum ama ilimize her yeni gelen müftüye ‘’Hoş Geldiniz’’ demeye gidip, bir kitabımı takdim ederim.
Bu bağlamda eski şube müdürü arkadaşım Cengiz Kılıç Beyle, Müftü Bey’e ‘’Hoş Geldiniz’’ ziyaretine gittik. Hoş sohbeti, mütevazılığı ve nezaketi ile farkını fark etmiştik. Aradan bir miktar zaman geçti. İl müftülüğünden arayıp, Müftü Beyin bizi iadeiziyaret etmek istediğini ifade ettiler. Doğrusu -herkeste olması gereken- bu incelik çok hoşumuza gitti. 25 yıldır her müftüyü ziyaret ettim ama ilk ve son defa Ahmet Çelik Bey değer verip iadeiziyaret etti.
Diğer taraftan o dönemlerde okullara gittiğimde, Müftü Beyin, kendisine davetiye veren her okulun programına mutlaka icabet etmeye çalıştığı konuşulur ve beyefendiliği ile ilgili gıyabi saygı duyulurdu. Gönül bağı olan bu kurum adına da sevinirdim.
Müftü Bey ilk geldiği günlerde bir camiye gider. İmam kendisini tanımıyordur. ‘’Ben yeni müftü’’ deyince, imam arkadaş ‘’Hoş Geldiniz’’ der. Müftü Bey elini uzatır ve samimi sarılır. Bunun üzerine imam: ‘’ Hocam, ben 30 yıldır imamım. İlk defa bir müftü sarıldı’’ deyince, ‘’Gel bir daha sarılalım’’ deyip, daha sıkıca sarılır. Namaz sonrası imam odasına geçince ‘’Hocam, kader beni müftü seni imam yapmış. Aramızda başka bir fark yok. Hatta sizin göreviniz bizimkinden daha kutsal’’ diyerek imam arkadaşa hiç imamlıktan, camiden, cemaatten bahsetmez. ‘’Hoca Efendi, sen nasılsın, yenge hanım nasıl, çoluk çocuk okuyan, görev alan var mı?’’ türü muhabbet eder. Cami denetim defterine de ‘’ziyaret’’ yazar. Bu nezaket takdire şayandır. Çünkü aylık rutin toplantılarda imamlara, müezzinlere camiden, cemaatten, görevden, temizlikten vb. haddinden fazla bilgi, uyarı, nasihat yapılır. Burada görülürse bir eksiklik orada toplu söylenir. Güzellikler varsa yerinde takdir edilir.
Yine Müftü Bey, bir camiye teravih namazına gelir. Namaz sonrası imam odasına geçerler. İçeride 3-4 kişi vardır. Müftü Bey, sohbet esnasında ‘’İçimizde yabancı var mı?’’ der. ‘’Yok’’ denince o zaman ‘’Hoca Efendi, teravih kıldırırken vitesi bir geriye al’’ der. Bu da ayrı bir inceliktir. Amir memurunu toplum içinde eleştirirse, açığını ararsa daha da ötesi azarlarsa -hele azimli bir memursa- bu hiç uygun olmayan durumdur. Faydadan çok zarar sağlar. Hatta amirin liyakatsizliğini ortaya çıkarır. Ayrıca toplum içinde memurunu azarlayan amiri (Gezen görür, yaşayan ölür, eden bulur misali) mutlaka azarlayacak bir amir çıkar. (Çok eskiden bir vali beni haksız yere makam kapısında azarlamıştı. Gün geldi onu da Sayın Cumhurbaşkanımız Rize’de azarlamış. Basında okumuştum)
Vakti zamanında asık süratli bir amir denetime gelir. İlgili memurlara tüm kapıları açmasını söyler. Denetim sonrasında ‘’Açılmayan kapı kaldı mı?’’ deyince, nüktedan memur ‘’Efendim, son bir tane kaldı’’ ‘’Çabuk onu da aç’’ der. ‘’Mümkün değil, onu açamam’’ ‘’Niye?’’ ‘’Çünkü o gönül kapısıdır. Ancak sevgi ile açılır ve sevgisizlikle kapanır’’ der.
40 yılda ne amirler ne memurlar gördük / Kimini hayır ile kimini de şerre gömdük
Zamanı gelince yeşerir her ikisi de elbet / Kimi hayır ile kimi de şer ile muhabbet
Kişi önce kendi kurumunda değer görmelidir. Kendi kurumunda değer görmeyen personelin başkaları nezdinde değer görmesi pek mümkün değildir. Bu bağlamda eski değerli valilerden biri (M.Ç.) imamlar toplantısında ‘’Müftü Bey; her imam, müezzin arkadaş önce kendi kurumunda değer görmelidir. Daha giriş kapısından girerken tedirginlik yaşamamalıdır. Genelde makam odalarında ki ön koltuklar daha erken yıpranır. Bunun da sebebi gelen personelin rahat oturamamasından kaynaklanmaktadır. Müsait olunduğun müddetçe her personel sizinle rahat görüşebilmeli. Makama gelince onu oturtup bir çay ikram ederek bizzat siz dinleyiniz. Bir ay köylerde, merkezde cemaatle uğraşan hoca efendiler bir bardak samimi çay, iki güzel kelam ile tüm yorgunluklarını atıp görev alanlarına dönebilmelidirler. Bunu sağlayabilirsek verimlilik daha üst seviyede olur. Ön tekerleği arka tekerlek takip eder’’ diye talimat verir. (Eski bir kurum personeli olarak ben bunu 1985 yılında Kargı ilçesinin mahrumiyet bir köyünde göreve başladığımda, dairede bir bardak samimi çay ikram edilsin ücreti de bizden kesilsin diye önermiştim)
Yine Ahmet Hoca, DİB daire başkanı olunca makamında, hizmetliye yaptırmak yerine bizzat ayağa kalkıp hurmayı, zemzemi kendi ile doldurup ikram edermiş. İdrak etmek isteyenlere küçük ayrıntılar büyük derstir. Şimdi emekli olarak Kahramanmaraş ilinde ikamet etmektedir.
Özeti: ‘’İnsanlarla öyle geçininiz ki, ölümünüzden sonra düşmanlarınız bile ağlasın’’ (Hz Ali) der. Dostlar nasıl olsa ağlar ama önemli olan düşmanları, sevmeyenleri bile ağlatabilmektir. ‘’Yarın nasıl bilirdiniz?’’ sualine arzu ettiğimiz cevabı alabilmektir. Bunu başarırsak yıllar sonra bu güzellikler hiç beklemediği bir yazar tarafından kaleme alınır, sosyal medyada paylaşılır. Gıyabi saygı ile yâd edilmesine vesile olunur. Bundan daha güzel bir kazanım olabilir mi? Elbette hayır. O halde buyurun beyler örnek almaya, örnek olmaya…
Umarım bu anılar gidenleri saygı ile yâd ederken gelenlere de nasihat olabilir.
NOT: Ramazan Bayramı’nda okuyucularıyla buluşacak olan 5. Kitabım HAYALLERİN PEŞİNDE-1 büyük bir kısmı imam, müftü, cemaat ve çevresel anılardan oluşmaktadır. Özellikle Diyanet’te görev yapan azimli gençler için çok güzel anekdotlar vardır. Kesinlikle tavsiye ederim. Benden temin edebilirsiniz.