Zaman… Kabına sığmayan, yerinde durmayan mefhum…
Ancak bazı şehirle vardır ki geçmiş zamanı günümüzle bir araya getirmiştir. İşte o özel şehirlerden biri de Osmancık’tır.
Dünde olan çok şey günümüze ulaşamaz. Yani bir bakıma sosyal bir hafıza kaybıdır yıllar öncesi hayatımızda olup da günümüzde olamayanlar.
Osmancık bir nevi tepelerin muhafaza altına aldığı şehirdir. Dört bir yanı koruma altına alınmış gibi. Kandiber kalesi nazire yapar gibi durur tepelerin karşısında. Burada ben de varım der gibi…
Bir yandan Kızılırmak şehrin iki yakasına haber getirirken ötelerden; geçtiği yerlere selam verir gizlice. Bütün heybetiyle şehri bekler.
Sanki bekçisidir şehrin Osmancık Kalesinin. Kızılırmak da vücudun kan damarı gibidir. Osmancık için mühim bir gelir kapısı olan pirincin can suyudur Kızılırmak.
Kale, Baltacı Mehmet Paşa Çeşmesi, Akşemsettin Camii, Koyunbaba Türbesi, Paşa Hamamı ve Koyunbaba Köprüsü… Şehrin hafızasıdır tâ ötelerden beri.
Tepeler, kale, Kızılırmak vücudun uzvu gibidir Osmancık’ta. Camiler, Türbeler manevi bir çimentodur. Hep birlikte Osmancık olmuştur.
Koyun Baba “Dirlik ‘od’un yakın, yoldan geçeni hoş tutun” derken; nasıl davranılması gerektiğinin dersinin vermiştir yıllar öncesinden.
Bu açıdan Osmancık bir muhabbet şehridir. Bir gelenin bir daha gelmek istemesi bu öğüdün bir tecellisidir.
Osmancık; asırladır sırlarını saklar gibi sessiz duran heybetli bir kale, uzakları gözetleyip şehri muhafaza altında tutan tepeler, geçtiği yerlerden getirdiği haberleri bir yere kaydeden köprü, sessiz ders veren manevi büyüklerin temsili yapıları ve Osmancıklı gönül sahibi insanların yurdu…
Mütevazı bir şehir.
Hakkında çok şey yazılacak daha.
Dünü dünde, günü günde bırakmayan bir kültürün temsilcisi.
Neresinden bakarsanız bakın, bir şeyleri gönlünüze dokunan bir şehir.
Osmancık; ülke olarak da kadim kültürümüzün temsilcilerinden. Bir milletin kültürel hafızası.
Büyük vazife Osmancıklılara düşüyor. Dünde olanı yarına taşımak da bu şehirde yaşayanların görevden çok borcu.
Dünü dünde, günü günde bırakmamak lazım.
Sadece dün değil, yarınlar da bizim olmalı.
BEKLERKEN
Ben…
Beklerken…
Susuyorken çöller gibi
Suya hasret göller gibi
Susuyorken ve içimden geçiyorken kelimeler…
Bir lisan-ı hafidir sükûtum
Yalnızca bende olan.
Öylece yutkunuyorum,
Beklerken…
Ben…
Ben…
Beklerken…
Güneş gibi,
Doğacak bir ay gibi
Gelsen ve ışıtsan dünyamı,
Gelsen ve ısıtsan bütün cihanı
Sonra bir seher yeli gibi,
Bir fecr-i sadık gibi
Aydınlatsan âlemi
Beklerken…
Ben…