Bu sıralar Yusup Has Hacip'in Kutadgu Bilig ve Ahmet Yesevi'nin Divan-ı Hikmet adlı eserlerini oku/yorum. 2010 Arap Baharı adı altında Ortadoğu’da başlayan yeni stratejik düzenlemeleri anlamak, İslam aleminde ortaya çıkan Harici ve Batini zihniyete sahip siyasal yapılanmalar karşısında itidalli bir bakış açısının Hanefi-Maturidi öğretisi ve bunun halk İslam’ı şeklinde sunulmasını da Ahmed Yesevi’nin yol ve yöntemini güncellemekle mümkün olacağını düşünüyorum.
Harici zihniyetten kastım, el-Kaide, Taliban, İşid/Daiş, Boko Haram gibi örgütlerdir. Bunlar batı emperyalizmine direnmek adına ortaya koyduğu eylemler ile paradoksal bir şekilde bütün dünyada Müslüman eşittir-terörist muamelesi görmeye başladı. Batini zihniyetlerden kastım da, uluslararası alanda şiddetten uzak durduğunu söyleyip İslam’ı tebliği biricik hedef olarak gördüğünü söyleyen Cemaat-i Tebliğ gibi Bangladeş merkezli yapılanmalardı. 15 Temmuz 2016 menfur darbe girişimiyle de Türkiye’de başta FETO olmak üzer, bütün ezoterik (artık cemaatler diyemeyeceğim) örgütlenmelerdir.
Bu durumda nerede hata yaptık diye öz eleştiri yaparak ilahiyat eğitimini gözden geçirmek, mukayeseli ve eleştirel bir tarzda diğer beşeri ilim uzmanlarıyla okumalar yapmayı yoğunlaştırmak şart. Bunu yapmak gerek ama Nizamiye medreseleriyle birlikte felsefe-kelam ve tasavvuf ilminin bir arada yürüdüğü itidalliği savunan Yesevi geleneği de ezoterik olarak mı değerlendirilecek?
Son yıllarda felsefe/kelam grubu derslerine yönelik uygulamalara Yusuf Has hacip, Ahmet Yesevi’nin felsefe-kelam ve tasavvuf üçlemesini parçalamaya yönelik olduğunu düşündüğümüz için sürekli karşı durduk.
• Yeni Bir Selefilik veya Seküler Radikalizm mi?
Cemaat ve cemiyet ilişkilerini müzakere edelim, temel aksaklıkları giderelim ama bunu yaparken tarihsel ve kültürel birikimi yok edecek bir boyutta olması yeni bir tür selefilik ve seküler radikallikle sonuçlanmaz mı? Neticede bir cemaatin örgütlenmesini analiz edelim ve hataları giderelim denilirken öyle ağır cümleler kullanılıyor ki, İslamiyet’in yayılması ve benimsenmesinde son derece etkili olan alim, abid ve arif sufi alimler ve takipçilerini de tekfir edilecek boyuta ulaşmaya başladı. Şimdi ilim ve irfan, bilgi ve marifet arasındaki hassas denge, alim ve arif kavramlarını Cibril hadisi bağlamında okumayı bırakıp, veli tasavvurunun ihsan mertebesine ulaşmış kişi olma ihtimali yok mu sayılacak?
Mucize dönemi bitti, keramet kavramını da devre dışı bırakılınca meunet; yani sadece ve sadece Senden Yardım Dileriz’i her mümin/enin kendi yol göstericisi (mehdi) olduğunu söylemiş mı olacak mısınız, bu ifrat ve tefrit zihniyetiyle?
Tecdid ve müceddid kavramlarına yönelik eleştirilerinizle kıyamete kadar bu dinin verilerini yeniden yorumlama geleneği siz deyince yok mu olacak? İbn Arabi’nin vahdeti vucud anlayışı, Hallac’ın İslamiyet’i tebliğde kullandığı yöntemleri tehlikeli bulabilirsiniz. Ama Horasanda çok sayıda kişinin Müslüman olmasını Hallac’ın sağladığına ne denilecektir? Bu insanları sapkın ilan edip tekfir ederek bir yere varamazsınız. Varılmadı da, bir tarafta hala Şeyh-i Ekber deniliyor. Ama müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Faruk Sirhindi, bu öğretinin olası sorunlara yol açtığını Cihangir Şah ve Eklektik Din tasavvurundan hareketle görmüş ve vahdet-i şuhud öğretisini temellendirmiştir. Evrendeki Her Şey O’dur” önermesi “Her Şey O’ndandır”a dönüşmüştür. Var mı böyle bir felsefi/kelami sisteminiz. Bunu yapan kişiler, felsefe-kelam ve tasavvufu bir arada götüren alimlerdir.
Fizik ve metafizik irtibatını Peygamberler vahiyle kurdular, ama bir daha peygamber gelmeyecek ve Cebrail’in de işlevi kalmadı. Duyular ve aklın verileriyle dünyevi hususlar değerlendirilir, metafizik hususlarda bu irtibat neyle sağlanacak, buna dair bilgi kodunun adı nedir? İlham ve rüya üzerinde modern psikoloji ve psikiyatrı ilimlerin durmasını geçelim, Aristo’dan bu yana aracısız düşünme yetisi olan aktif akıl nedir? Veyahut meşşai filozofların akıl teorisi ve faal akılla fizik ve metafizik irtibatı kurulabilir demesine ne diyeceksiniz? Eğer Mutezili rasyonalitesini tekrar gündeme getirecekseniz, gücü eline geçirince neler yaptığını (mihne) hatırlatırım?
• Bir ifrattan tefrite mi geçilecek?
15 Temmuz 2016 da sürekli diyalog ve toplumsal barış diyen ve özel okumalarını klasik metinler bağlamında yapan bir cemaatin, geleneksel sünni yapıların devlete mesafeli durma politikası yerine devlete sızmayı ve ele geçirmeyi hedefleyen bir örgüte dönüşmesini gidermek, Yesevi geleneğini takip etmeye çalışan grupların da hedef tahtasına konulmasına mı yol açacaktır? Beni ilgilendiren nokta burasıdır. Yusuf Has Hacip ve Ahmed Yesevi çalıştığım bir döneme denk geldiği için ifrat ve tefritten kaçınmanın yolunun felsefe-kelam ve tasavvuf birlikteliğinden geçtiğini vurgulamaktır.
Ahmet Yesevi’nin Hanefi fıkhı, Maturidi kelamıyla yoğurduğu Sufi öğreti bile ezoterik yapılanma olarak sunulursa, elimizde Ehl-i Sünnet’in itidalliğine dair ne kalır? Bu metin ve Köprülü’nün daha sonra şaman/kam ve veli irtibatından hareketle Ahmet Yesevi’yi ilhadi/heteredoks ve Melamilerin aşırı yorumlarına yol açan bir i şeklindeki yorum ne derece tutarlıdır?
Bu kaygıları paylaşmamın nedeni, son zamanlarda Mehmet Fuad Köprülü’nün Fransızca yayımladığı INFLUENCE DU CHAMANISME TURCO - MONGOL SUR LES ORDERS MYSUQUES MUSULMANS -MOĞOL ŞAMANİZMİNİN TASAVVUFÎ İSLÂM TARİKATLARI ÜZERİNDEKİ TESİRİ- yeniden okudum. Ferhat TAMİR çevrisi, (Bilig Dergisi, sayı 1, Bahar.1996, s.1-5) yayımlanmış. Daha önce de İslâm Sufî Tarîkatlerine Türk-Mogol Şamanlığı'nın Te'sir adıyla Yaşar Altan çevirisiyle Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi'nde (Yıl:1970, Cilt:XVIII, Ankara 1972, s. 141-152) yayınlanmıştı.
Moğol ve Cengiz Han’a Dair Kısa Bir Hatırlatma:
Moğol bir yapılanma olmaktan öte, tıpkı Osmanlı deyimi gibi siyasi bir yapılanmaya işaret eder. Aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylarda vardır. 1221 tarihli bir seyahatnameye dayanılırak Cengiz Han’ın Şato Türklerinden olduğu söylenilmektedir. Adı Türkçe tengiz yani deniz kelimesinin Moğolca söylenişidir. Bu malum olduğu üzere eski Gök Türklerden inen büyük bir boydur. Cengiz’in aile adı Börçeğin olup, Türkçe Böre Tekin’dirkavramı Cengiz Han ile birlikte gündeme gelmiştir. Onun Moğol topluluğu etnik.
• Ahmed-i Yesevi Heteredoks/Sapkın Olabilir mi?
Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu (Ankara.1959, s.98 ) bu iddiayı yapan Fuat Köprülü, daha sonra Türk Edebiyatına ilk Mutasavvıflar (DİB, Ankara, 1991, s.76) bu görüşlerinden vazgeçmiş görünmektedir. M.Fatih Şeker’in dediği gibi Cumhuriyet’in kuruluş döneminin şartlarına uygun bir yorumda bulunma ihtiyacından kaynaklanabilir ama 1923 de yayımlanan İlk Mutaasavvıflar da çizdiği çerçeve ana hatlarıyla korunmuştur. Bu açıdan Ahmed Yesevi’i heteredoks (sapkın) olarak nitelendirmek tutarlı değildir. Nitekim Vahdet felsefesine en yakın olduğu zamanlar (li maallah, mutu kalbe en temutu ve fena fillah) da bile dinin silahını asla unutmaz. Şeri ilimlerdeki derinliğinin tesirini halkın anlayacağı sade bir dil ile izah eder ve temel ilkelerden asla taviz vermez.
Alimler, Peygamberlerin Variscileridir.
Nitekim ibn Haldun’a göre de alim vasfına sahip olan hakiki zümre sufilerdir. Fıkıh ve kelamcıların zahiri bilgilerine sahip kişiler olarak yaşan sufiler peygamberlerin varisleri olan alimlerdir. Çünkü bunlarda kelami/felsefi ve tasavvufi boyut bir aradadır. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’deki sufi/zahid ve arif simgesi olan Odgurmuş gibi sürekli nefis muhasebesi yapan bir hayat yaşar. Mücahede ve müşahedelerinin neticesi olan sözler söyler. Aynı zamanda Farabi gibi buradaki mutluluğun geçici olduğunu hakiki saadetin ahrette olacağını vurgular, ama bunları teknik bir dil yerine halkın anlayacağı bir üslupla sunar. Yeryüzündeki mutluluğun da uzlete çekilerek değil de, halk arasında medeni bir şekilde erdemli bir hayat yaşamakla mümkün olacağını söyler, bu açıdan Kutadgu Bilig’deki Odgurmuş’a yönelik en ciddi eleştiriyi karşılar ve onu şehre/medineye indirir. Bu anlamda “sufiler, Türkistan coğrafyasını İslamiyetin kitabı yorumuna hazırlayan muharrik unsurlardan biridir.”
Velhasıl Ahmet Yesevi’nin takip ettiği yol ve yöntemin temellerini Hanefi fıkhı ve Maturidi akadi oluşturur. Dönemin sufilerinin itikadi yapısı Maturidilik ile şekillenmiştir. Ayrıca bölgede oldukça etkili olan sufi/zahid ve alimler olan Ebu Seleme es-Semekandi ve Ebu Bekir el-verrak’ın talebesi olan Ebu’l-Kasım Hakim es-Semerkandi’ de böyledir. Velhasıl Sünni geleneğin fıkıh ve itikad anlayışıyla tasavvufu mezcetmesi oldukça önemlidir. Yesevi, hem dinin ilkelerine sıkı sıkıya bağlıdır, hem de bunları oldukça basit ve sade bir dil ile anlatmayı başarmıştır. Aslında bu anlamda etkisi uzun süre devam eden ve Türkler tarafından kurulan ilk tarikat Yesevilik’tir denilebilir.
Tarihsel kaynaklar mukayeseli olarak incelendiğinde görülecektir ki “Yusuf Has Hacib ve Ahmet Yesevi alim, abid ve arif kişilerdir. Maturidi’nin Kitabu’t-Tevhid’inden hareketle akaidi hususları siyasi bir bağlamda ele almış, kelamı bir disiplin kurucu unsur olarak telakki etmişlerdir. Bununla birlikte tasavvufun toplumsal boyutunun farkında olan bir abid ve arif olarak sufidirler. Ayrıca kullandıkları dil, bölgenin ilahi risaletler bağlamında önceki geleneklerin temel kavramları etrafında olmuştur, böylece yeni öğretinin anlaşılması ve kabullenilmesi de kolay olmuştur.
Örneğin kam/şaman’ın Eski Türk dini anlayışındaki işlevi ile arif’in ihsan makamı; (filozofun faal akıl ile ulaşacağı mertebe) arasında benzerlikler vardır. Çünkü peygamber o dönemki Türk halkı tarafından Savcı ve Yalvaç şeklinde anlatılır. İslam öncesi devrinin destan kahramanlarının niteliklerini Peygamberde görmesi halkı onun sevmesini, benimsemesini hızlandırmıştır.
Ağ Sakallu Dede Korkut, Er-Manas, Oğuz Kaan ve Sarı Saltuk Peygamberimizin niteliklerine sahip insanlar olarak biliniyordu. Peygamberlerin varisleri olan alim ve arifler, şaman/kam yerine almışlardır, artık kerametler dilden dile dolaşmaktadır. Yesevi, peygamberimiz hakkında tıpkı “Şinkar” diyerek Türk kültüründe izzet, otorite, her şeye malik olma sembolü olan Doğan kuşuna benzetir.
Sonuç:
Türklerin kendi Alpleri/kahramanları, Alp-eren şekli ile kutsiyet kazanıyor ve İslam Türkün gazileri ile birleşiyordu. Nitekim bugün de ermek, ermiş ve eren kelimeleri hala bu dini manaları muhafaza eder. Bu nedenle peygamberlik veya nübüvvet kavramını Prophecy diye İngilizceye çevirmek tutarlı değildir, bu olsa olsa ermiş, eren veya veli ile karşılanabilir. Bu sebepledir ki Türkler, kendi yaşayış, düşünüş ve inanışlarına uygun gelmeyen Buda, Mani, Zerdüşt, Musevi ve Hıristiyan dinlerini benimseyememiş, İslamiyet’i 10. Asırdan sonra süratle milli bir din haline getirmişlerdir.
Bu açıdan Yesevi Türk Metafiziği’ni tasavvuf adı altında somutlaştırmıştır. Filozof aslında arif yani ihsan mertebesine erişmiş kişinin aklıdır. Farabi’nin Kitabu Tahsilu’s-Saade ve Fusul el-Medeni ile soyut ve havas metafiziğini halk metafiziğine dönüştüren Yesevi bunu bir hayat tarzı haline getirir..
Kaynakça:
- İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul. 1943, Kenan Matbaası. S. 895–911
- Osmanlı Tarihine Ait Tarihî Takvimler, İstanbul 1961. Küçük aydın Basımevi, s. 92–94. (Bu kaynaklara Erhan Özcelik facebook sayfasından ulaşılmıştır)
-M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, TDV, Ankara.1991, s.145 vd;
- Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Nakışlar yay. İstanbul.1978, c.1, 118-127, 226-228
- M. Fatih Şeker, Türk Dini Düşüncesinin Teşekkül Devri, Dergah yay. İstanbul.2016, s.15,20, 171-173, 235; - --- a.mf. Düşünce Tarihi Açısından Kutadgu Bilig, Dergah yay. İstanbul. 2011, s.7, 9, 11-14,20, 55, 80
-Ethem Cebecioğlu, Hoca Ahmed-i Yesevi” Yesevilik Bilgisi, ed.Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı, MEB, Ankara.2000, s. 122-123, Yaşar Nuri Öztürk, “Yesevilik”, Yesevilik Bilgisi içinde, s.271-274
https://www.facebook.com/mevlut.uyanik.79/posts/1277398122270187