Meslek hayatımda iki hocam oldu. Biri Müslüman, diğeri, adı Jak Eskinazi olan bir Musevi’ydi. Muhasebe mesleğinin duayenlerindendi. Bilgisayarın tuşuna ilk kez onunla bastım. Bana tıpkı bir öğretmen gibi bilgisayar dersleri verdi. Tuşların adlarını ve hangi işlemi gerçekleştirdiklerini tek tek yazdırarak ve uygulatarak öğretti. Günümüzün Excel programının ilk sürümü olan “Lotus 123” programını ondan öğrendim.
2001 yılındaydık. Yine böyle bir Ramazan günündeydi. Hiç unutmam ve daha önceki yazılarımda da değinmişimdir; beyanname dönemi olduğu için hafta sonunda da çalışıyoruz. İftara bir ya da iki saat kala Bay Jak, “Ben biraz dışarıya çıkıyorum.” dedi. Biraz demişti ama uzun süre gelmedi. İftara çok az bir süre kalmıştı. Şirketin mutfağında her zaman atıştıracak bir şeyler olduğu için endişe etmedim, burada atıştırır sonra evde yerim diye düşünüyordum. O zaman çalıştığımız şirket bir apartman dairesindeydi. Yemeği bazen mutfakta kendimiz yapar bazen de dışarıda yerdik.
Derken kapı açıldı, Bay Jak sessizce mutfak tarafına geçti. Ben beyannameleri doldurmaya devam ederken mutfaktan da tıkır tıkır sesler geliyor ama o kadar yoğunum ki merak etmeye bile fırsatım yok. İftar vakti gelmişti, ezan okunuyordu. Bay Jak mutfaktan seslendi; “Hadi ablam, sofraya gel!” Kadın çalışanlardan samimi olduklarına “ablam” diye hitap ederdi; “b” ve “p” harfi karışımı bir şiveyle…
Mutfağa geçtim, gördüğüme çok şaşırmıştım: çünkü bana pastırmasından salamına, mükellef bir iftar sofrası hazırlamıştı. Gecikmesinin sebebi de pide kuyruğuna girmesiydi.
Ramazan ayına saygı, oruçlu insana saygı… Bu arada çalışırken yanımda hiçbir şey yemediğini de eklemeliyim.
Bay Jak ile dostluğumuz ben başka şirketlere geçtikten sonra da devam etti. Meslekî açıdan her sıkıştığımda imdadıma yetişti. Çok meşgul bir insan olmasına rağmen ona ulaşabiliyordum. Ulaşamadığım zamanlarda o beni mutlaka arardı. Günümüzün ifadesiyle bana geri dönüş yapardı. Şöyle bir sistemi vardı: Bilgisayarında bir sayfa açmıştı, arayanları oraya tek tek yazıyordu; örnek, “Tülay aranacak” ve ilk müsait olduğunda arardı. Beni ararken biraz geniş zamana denk getirirdi ki sohbet edebilelim diye. Onunla hemen hemen her konuda sohbet ederdik; tiyatrodan, sinemadan, siyasetten konuşurduk… Osmanlı konusunda derin bir bilgisi vardı. Beş yüz yıl önce atalarını İspanya’dan Osmanlı topraklarına getiren Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi konusunda müthiş bir bilgisi vardı.
Şimdi bu yazıyı neden yazdın, anılarını anlatma ihtiyacı mı duydun diye düşünenler olacaktır. Elbette hayır ama yaşanmışlıklar insana her zaman rehber olur. Eskiyle bugünü mukayese imkânı sağlar. Bay Jak her şeyden evvel insana saygı duyan bir kişiliğe sahipti. Arayanlara cevap verirdi; “boşver sonra ararım” ya da “şimdi meşgulüm bir daha arar nasılsa” zihniyetine sahip değildi. Ulaşamayanlar bilirlerdi ki Bay Jak gerçekten müsait değildir. Yani, arayanları “atlatma” gibi bir huyu yoktu.
Birkaç gündür iletişimsizlik konusunda yaşadıklarım bana Bay Jak’ı hatırlattı. “Aradığınız kişiye ulaşılamıyor” cümlesi hayatımızda var olmaya devam ediyor ne yazık ki. İnsanlara ulaşılamıyor. Herkes çok meşgul… Akıllı telefonlar, cevapsız çağrı ve WhatsApp mesaj işaretleri çok fazla mazerete fırsat vermese de insanlar size geri dönmüyor. Bir kibirdir gidiyor. Telefonunda cevapsız çağrı var, görüyor ama aramıyor. WhatsApp’tan mesajı okumuş, karşı taraf okuduğunu görüyor ama bir cevap vermiyor. Bu insan niye aramış, acil bir durumu mu var, ihtiyacı mı var, zorda mı, darda mı diye merak dahi etmiyor. Bunları her gün yaşıyoruz. Bizzat ben iki gündür yaşıyorum.
Saygı dedik de, peki nedir saygı?
Önce Türk Dil Kurumu’na kelime anlamıyla bakalım ne diyor; “Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram.”
Saygı, insanın önce kendisine sonra da diğer canlılara verdiği değerdir. Saygıdan uzak söz ve davranışlar insanları birbirinden uzaklaştırır. Oysaki insan, sosyal bir varlıktır ve birlikte yaşamaya mecburdur. Saygıyı, korkmak ve çekinmek duygusuyla karıştırmamak gerekir. İnsanı, insan olduğu için sevmek ve saymak durumundayız. Elbette herkesi sevemeyiz ama insana saygı göstermek zorundayız. Karşılıklı saygı insanları birbirine bağlar. İnsanda ahlakî ve vicdanî bir saygı varsa o toplumda kötülükler yeşermez diye düşünenlerdenim. Saygının kayıp gittiği toplumlarda öfke ve nefret duyguları her kesimi kuşatır. Saygısızlık habis bir ur gibi yayılır. Bunu önlemenin en temel yolu insanın önce kendisine sonra da başkalarına saygı göstermesinden geçer. İnsan kendisine yapılmasını istemediği bir tutum ve hareket karşısında titiz davranmalı ve bu titizliğini başkalarına olan söz ve davranışlarına da yansıtmalıdır.
“Saygı toplumsal yaşamın anahtarıdır. Bu anahtarı kaybetmemek gerekmektedir. Bu nedenle insanlık elindeki anahtara sahip çıkmalıdır. Temelinde ölçü ve dikkat olmayan davranışlarının insanlara zarar verebileceği göz ardı edilmemelidir.”*
Son söz:
İnsana saygısı olmayan saygıyı hak etmez. Saygı görmek istiyorsan saygı göster…
*Çağdaş Yönetim Bilimleri Dergisi, “Kayıp Giden Bir Değer: Saygı” (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/465807)