Adıvar ile Adsız iki erkek kardeş…

Adıvar; tombul, patlak gözlü, uzun boylu olmasına rağmen tipsiz. Kıskançlığı, hasetliği daha çocuk yaşlarında başlamış bir velet…

Adsız ise orta boylu ve sevimli. Kırk kralla barışık halleri ve becerikliliği ile dikkat çeken bir çocuk…

Babaları, semt pazarında meyve sebze alım satım işi yaparak geçimi sağlamaya çalışan bir esnaf.

Adıvar, daha 15 yaşında… Okul çıkışı, semt pazarına gider, tezgahta meyve sebze satmaya ve takım taklavatı toplamaya babasına yardım edermiş…

Adsız ise 10 yaşında… O da meraklı, atılgan, girişken bir çocuk olduğu için, annesine sürekli “Ben de semt pazarına gideceğim” diye tutturup ağlarmış…

Annesi Adıvar’a “Pazara giderken Adsız’ı da götür, o da size yardım eder” dese de, Adıvar annesini duymamazlıktan gelir, Adsız’ı oyuna getirir, onu yanına almadan, tek başına pazara kaçarmış…

Tabi ki Adsız oyuna geldiğini ve pazara yine gidemediğini anlayınca da, başlarmış ağlamaya…

Günlerden bir gün, Adsız evden tek başına çıkar…

Pazara gitmeyi kafaya koymuştur, sora sora semt pazarını bulur ve pazarın içinde dolaşa dolaşa babasının meyve sebze sattığı tezgahını bulur…

Adıvar ve babası, Adsız’ı tezgahta görünce çok şaşırır, nasıl geldiğini ve yolu nasıl bulduğunu uzun uzun sorarlar.

Adsız da, tezgaha kadar nasıl geldiğini detaylı bir şekilde anlatır ve ikisi de buna çok şaşırır.

Çünkü daha evvel hiç gelmemiş olmasına rağmen, sora sora, üstelik kaybolmadan yolu bulmuştur…

Babası oğluyla gurur duyar. Adıvar ise olaya çok bozulur ve belli etmemeye çalışır. Kardeşine ağır işler verir. 

Maksadı, pazarın zorluğunu gösterip onun “Yapamıyorum, bu çok zor” demesi ve bunun üzerine onu azarlayıp aşağılamak ve bir daha gelmemesini sağlamaktır.

Fakat Adsız, azim ve kararlılıkla, küçük yaşına rağmen, büyük heves ve merakla, verilen işler zor da olsa, yapmaya gayret eder…

Onun bu hevesini, azmini gören pazardaki komşu tezgah sahipleri Adsız’ın babasına “Bu çocukta iş var. 

Hey maşallah… Gelecekte bu becerikli olacak, belli” derler…

Ve çocuk olduğu için çıkarıp cebine harçlık verirler…

Adsız harçlık almanın sevinci ile, daha bir heyecanla, hevesle pazar tezgahında işleri yapmaya, bir taraftan da “Gel hanım ablaa… Taze meyve, sebzeler bu tezgahtaaa” diye bağırmaya başlar…

Adıvar bakar, artık bu, ağır iş vermekle olacak iş değil…

Kıskançlıktan ve hasetlikten dolayı bir plan kurar…

Kışın rüzgar ve yağmurdan,

Yazın da güneşten korunmak için, pazarda tezgahların üzerine çadır, diğer adı ile tente çekerler.

Kalın, urgan denilen ipler ile demirden uzun sırıklara dört bir yanından bu urganlar bağlanır. Böylece, tezgahın üzerine çadır çekilmiş olur.

Açık semt pazarlarına giden herkes bilir, günümüzde hala mevcut.

Artık, akşam olmuş, pazardan müşteriler el ayak çekmiştir.

Herkes pazar tezgahını toplamaya başlamıştır.

Boş sandıklar kamyona yüklenmiş,

Tezgahlar, takım taklavat sandıklara doldurulmuş,

Nihayetinde her şey toplanmış ve kamyona yüklenmiştir.

Sıra çadırların iplerini çözüp çadırı derleyip toplamaya gelmiştir.

Adıvar, kardeşi Adsız’a “Gel bakayım buraya” der ve demir, uzun sırık altında durmasını ve asla bir yere kıpırdamamasını söyler…

Adıvar ise 20-30 metre ileride, bağlı olan ipi çözmek için koşarak gider…

Semt pazarında herkes toplandığı için ortalık tam anlamı ile harala gürele içindedir.

Adsız, masumane, olan biteni izlemeye dalar.

Uzaktan onu izleyen Adıvar “Tam şimdi” diye düşünür ve çadırın ipini yavaş yavaş bırakması gerekirken, aniden, hızlıca bırakır…

Uzun, demir sırık, büyük bir gürültü ile Adsız’ın kafasına düşer…

Adsız acı bir çığlık atarak, kanlar içinde, yere yığılıp kalır…

Tüm pazar esnafı arasında bir anda sessizlik olur…

“Hoppp, yavaş, n’oldu? Kim bıraktı ipi? O ipi kim çözdü? O direk nasıl düştü öyle?” diye bağırmalar başlar ve birkaç kişi panik halinde Adsız’ın yanına koşar…

Adsız’ın babası da koşanlar içindedir. 10 yaşındaki oğlunu kucağına alır ve bakar, kafasından aşağıya kanlar boşalıyor…

Semt pazarı kalabalık, binbir ayak bir yerde… Kamyona atlasalar, kamyonu pazardan hızlıca çıkarma imkanı yok…

Pazar boyunca kucağında Adsız, koşar koşar… Caddeye çıkmayı başardığında, yoldan arabasıyla geçen biri halini görür, yanlarında durur ve onları alıp en yakın hastaneye götürür…

Adsız’ın kafasına yirmi tane dikiş atılmıştır…

Doktor bir ay istirahat verir…

Tabi ki Adıvar, olayı sinsice, inceden, planlı ve sessiz bir şekilde yaptığı için, kimse onu suçlamaz…

İpi kimin çözüp aniden bıraktığını kimse görmemiştir…

Adıvar emeline ulaşmış, kardeşi Adsız’ın gözünü sağlam bir korkutmuş ve bir daha asla semt pazarına gelmemesi gerektiğini ona göstermiştir…

Ve kardeşini yine her fırsatta itekleyip öteleyip durmuştur…

İnsan yetişinkin olduğunda, hayatı tanıdığından, çevresinden gelebilecek kıskançlıklar, hasetlikler ve fesatlıklarla mücadele edebilir…

Fakat küçük yaşta iken herkes ve her yapılan doğrudur zanneder. Masumdur. En güvenilir aile, kendi ailesidir. En iyi davranan anne baba, kendi anne babasıdır…

Aileden, yakın akrabadan, aile dostundan veya konu komşudan gelebilecek en ufak bir tehlikeye açıktır…

Zanneder ki, her gün gördüğü insanlardan ona asla zarar gelmez, hepsi güvenilirdir…

Bu yüzden, bu yakınlarının yapmış olduğu kıskançlıktan ve hasetlikten habersizdir.

Oysa ki fesat, fesattır. Nerede karşına çıkar bilinmez. Bazen en yakınında, bazen uzak akrabanda, bazen sıra arkadaşında, bazen karşı komşunda… Kalbini hasetlik bürümüşse birinin, iflah olmaz artık… 

Ondan her türlü kötülük gelebilir. Hayatını ve tüm geleceğini etkileyebilecek kötü sonuçlar ortaya çıkabilir ne yazık ki…

“…Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. 

Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. 

Eğer o bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.”

(Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû’ 3; Tirmizî, Büyû’ 1; Nesâî, Büyû’ 2, Kudât 11; İbni Mâce, Fiten 14)

Allah (C.C.) herkese hayırlı aileler, abiler, ablalar, kardeşler versin ki, hayatın karanlık yüzüne rağmen, gözümüz hep aydınlık olsun…