Guido D'AREZZO (990-1050), eşsiz zihniyle müzik notalarını yapan kişidir.

İşitme duyumuzu koordine etmek için sadece yedi sembol icat etmekle kalmıyor, aynı zamanda tamamen yeni bir ses alfabesi yaratıyor. 
Guido D'arezzo, Orta Çağ müziğinin en büyük teorisyenlerinden biridir.
İtalya'da doğdu ve Ferrara yakınlarındaki Pompoz'daki Benedictine Manastırı'nda eğitim gördü. Çalışmaları sırasında keşiş, şarkıcıların ayinle ilgili ilahileri ezberlemenin ne kadar zor olduğunu fark eder.
Bu nedenle, müzisyenlerin doğru tonlara yöneldiği bir müzikal işaret sistemi ile ortaya çıkıyor. Notalar, her biri başlangıçta bir harfle işaretlenmiş belirli bir tonla eşleşen dört paralel çizgi üzerinde tasvir edilmiştir. O zamanlar kare bir görünümü vardı, ama bugün zaten beş paralel çizgi var ve şekilleri oval.
Guido’nun dizileri “Ut queant laxis” ilahisinin ilk dizesinin ilk heceleriyle adlandırıldı:
( “ut-re-mi-fa-sol-la..”. ‘Ut’ sonraları ‘do’ olarak değiştirildi ve ‘ti’ adlı yeni bir nota eklendi. Solfej olarak bilinen bu sistem hâlâ kullanılmaktadır. 
‘Si’ notası hariç, diğer notaların isim babası Guido’dur.)
Daha yüksek olanlar daha yüksek çizgilerde işaretlendi ve yedi notanın her birinde Guido bir isim verdi: ut, re, mi, fa, sol, la, si. 
Bunlar, Vaftizci Aziz John'un marşının ilk heceleriydi:
Çevrildiklerinde aşağıdaki anlamlara gelir:
Do-Dominus- (Rab)
Re - Rerum- (Madde)
Mi- Miraculum - (Mucize)
FA-Familias Planetarium- (yedi gezegen, yani. Güneş sistemi)
Sol-Solis- ( Güneş)
La-Lactea Via- (Samanyolu)
Si-Siderae (Cennettir.)
Tanrı bize müzikle konuşuyor mu ? Yoksa müzik Tanrı'dan bahsediyor mu ? 
Bu sanatın ilâhi kökeninin gizemi büyüktür.
Guido D'AREZZO, notaları yazarken 33 yaşında olduğunu ve başlangıçta kilise müziğini yapan müzisyenlerin işini kolaylaştırmak için müzikal işaretler yaratıldığını söylüyor. 
D'arezzo'nun notaları, kendimizi müzikle geliştirmemize yardımcı olan dildir. Bu, insanlar arasında iletişim kurmanın en iyi yollarından biridir. 
Musiki sürekli değişen ve gelişen, ancak binlerce yıl önce olduğu kadar büyüleyici olan bir dildir. (Kaynak: İnternet)
Musikiyi rahmetli üstadımız Yahya Kemal Beyatlı şöyle izah eder. 
“Musiki denilen nutku ilâhi, engin bir denizdir namütenahi.”
Ben de çocukluğumda musikiyi çok severdim. Rahmetli babam Mustafa Kemal Özata Çorum’a un almaya giderken “baba bana Çorum’dan mızıka al” derdim. Maalesef babam mızıka çalmamı istemediği için mızıka almadı. 
Orta okul üçüncü sınıfta rahmetli Abdi Oral hocamız bir gün derse elinde kemanla geldi. Kemanda bir ses çıkardı, bana kabakçı bu ne sesi diye sordu. Ben “bilemediğim için Abdi hoca beni dövmüştü. Meğer kemanla “re” sesi çıkarmış. Ne orta okulda, ne de Çorum lisesinde müzik dersi görmedim. 
Edebiyat Fakültesinde salonlarda sürekli ıslık çaldığım için Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu “oğlum burası dağ başı mı, sürekli ıslık çalıyorsun” diyerek bana tokat atmıştı. Islığımdan sıkılan Kasımpaşa’lı arkadaşım Adil, “Gel Mehmet seni Üniversite korosuna götüreyim de ıslığından kurtulayım, diyerek beni Üniversite korosu şefi hocam Süheyla Altmışdört’e teslim etmişti. 
Bu vesileyle muhterem hocam Süheyla Altmışdört hanımefendiyi sevgi, saygı ve hürmetle anarım. Sevgili hocama sağlıklı ve mutlu nice yıllar dilerim. 
İşte 1964’den beri tam 58 yıldır Klasik Türk Müziği korolarında korist ve solist olarak şarkı söylüyorum. Yaklaşık 25 senedir de ut çalmaya çalışıyorum. 

Yıllar önce musiki sevdamı şu dörtlüğümle dile getirmiştim. 
Yolu sevdadan geçen müzikle handan olur, (Handan= Mutlu) 
Aşkla meşkle mest olur bülbüle canan olur,
Bezmi meyde dertlenip teselli arayan gönüllere, (İçki meclisi) 
Nağmeler şifa verir, dertlere derman olur. (Mehmet Özata) 

                        22 Kasım 2024 / Mehmet Özata