Türk ekranları 17 yıl sonra bir demokrasi şenliğine ev sahipliği yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) başkan adayları Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım birlikte programa çıktılar. Sürelerinin elverdiği ölçüde, düşüncelerini söylediler, taahhütlerini sıraladılar. (Üç dakikalık söz hakkı ise kim akıl etmişse amacına ulaşmış olmalı; çok kısaydı.) Bunlar çok güzel olaylar. Bu görüntüleri özlemişiz. İnşallah bu programlar tekrar edilir. Böylece vatandaş her iki tarafı da eşit şartlarda izleyebileceği için kafasındaki düşünceler netleşir, fikirleri yer değiştirir. Bu programlar aynı zamanda da insanları yumuşatıp, ülkedeki kutuplaşmayı ortadan kaldırır, ülkeye huzur getirir.
Öncelikle hakkını teslim etmek adına, dün akşamki programın gerçekleşmesinde Ekrem İmamoğlu’nun payını unutmamak gerek. Aday olduğu ilk günden itibaren sergilediği nefret söylemlerinden uzak, kucaklaştırıcı tavrı, güler yüzü ki ben ona “gülünce gözlerinin içi gülüyor” diyorum, bu konuda etkin rol oynamıştır. Binali Yıldırım’ın “zoraki de olsa” daveti kabul etmesi yine de olaya bir güzellik katmıştır. Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye’yi gülümseten; çocukları, gençleri, kadınları coşturan bu tavrı, iktidar mensuplarında da bariz değişikliklere yol açmıştır. 31 Mart öncesi kara propaganda ve nefret söylemleri bir nebze de olsa terk edilmiştir. Cumhurbaşkanı, olması gerektiği gibi geri plana çekilmiştir. “Beka sorunu” yerini “Yunan, Pontus, Konstantinopolis” iftiralarına bıraksa da İmamoğlu’nun davranışları karşı tarafta rol model olmaya devam etmektedir. Programın sonunda “Birlikte aile fotoğrafı çektirelim” sözü üzerine Yıldırım’ın “Ben de sizi çaya davet ediyorum” demesi bu davranışın örnek alındığının açık göstergesidir.
Gelelim programa. Ekrem İmamoğlu program boyunca samimi ve biraz da heyecanlıydı. Dersini iyi çalışmıştı. Kadın çocuk ve gençlik ile işsizlik üzerine gerçekleştirmek istediği vaatlerini sıralarken, heyecanı gözlerden kaçmadı. Binali Yıldırım ise gergindi ve zaman zaman kural dışı olarak rakibinin sözünü kesmeye çalıştı. Vaatleri biraz havada kaldı. Özellikle gençlere “10 GB ücretsiz internet erişimi alacaklar. Müzeler ve tiyatrolar bütün gençlere ücretsiz olacak. Öğrencilere kırtasiye desteği var. …Motosikletle geçişler her iki köprüden bedava olacak…” gibi vaatler sadece tebessüm ettirdi. Ayrıca Binali Yıldırım’ın “biyoteknoloji vadisi, teknoloji üssü, büyük verinin işlenmesi ve yapay zekâ merkezi” olarak adlandırdığı büyük projeler, bir belediyenin tek başına hayata geçirebileceği projeler değildir. Bu projeler ancak merkezi hükûmetin desteğiyle gerçekleştirilebilir.
Binali Yıldırım fırsat buldukça CHP’ yi suçlamaktan da kendini alamadı. Seçimlerin CHP yüzünden yenilendiğini ve dikine betonlaşmanın CHP’ li ilçelerde olduğunu söyledi. Keşke İmamoğlu, Büyük projelere İBB’ den ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan ayrıcalıklı imar izinleri verildiğini, kupon arazilerin üzerinde tek yetkinin Cumhurbaşkanı’nda olduğunu hatırlatsaydı. Keşke İstanbul’da on yedi yıl öncesine kadar tarihi dokuyu bozacak kadar dikine betonlaşmanın olmadığını, sahillerin dev bloklara kurban edilmediğini söyleseydi ve İstanbul’da neden son on yılda bu yapıların mantar gibi çoğaldığı sorusunu sorsaydı... Ayrıca, Süleymaniye’nin siluetini bozan yapıların bulunduğu Zeytinburnu ilçesinin de AKP’ li olduğunu o zarif üslubuyla hatırlatsaydı... Aklına gelmedi sanırım.
Sözün kısası 25 yıldır İstanbul’u yöneten zihniyetin hâlâ, “dikine betonlaşmayı önleyeceğiz, yeşil koridorlar açacağız, dereleri ihya edeceğiz, ulaşımı rahatlatacağız, trafik sorununu çözeceğiz, babalar evine yarım saat erken gidecek, her mahalleye çocuk parkları kuracağız (İmamoğlu’nun beş yıl belediye başkanlığı yaptığı Beylikdüzü’nde her mahallede bir çocuk parkı ve çamlıklarda yürüyüş yolları mevcut) ve benzeri vaatleri karşısında insan şu soruyu sormadan edemiyor; “Bu güne kadar neredeydiniz?” Nitekim İmamoğlu bu vaatlere çok anlamlı bir cevap verdi:
“Bugün vaat verme pozisyonu bize aittir. Siz 25 yıla yakındır yönetimdesiniz. O anlamda vaat bize yakışır. Siz bir şey yapmamışsanız eylemleriniz yetersiz değilse ve bugün bunları vaat haline getirmişseniz bu mutluluk vericidir. Bizdeki açıklamaların takip ediliyor olması bizim söylemlerimiz üzerine oturmuştur. “
Bence programın en can alıcı tartışması İBB’ de ki israf konusu ve Binali Yıldırım’ın Sayıştay raporundaki çelişkisiydi. Fox TV moderatörü İsmail Küçükkaya’nın “Bir Sayıştay raporu var. Son 5 yılda 753 milyon bir zarardan bahsediliyor. Son zamanlarda çok tartışma konusu vakıflara ayrılan son 1 yılda 308 milyon lira. Belediye başkanı olunca siz nasıl yapacaksınız?” sorusu üzerine Binali Yıldırım: “Sayıştay raporunu gördünüz mü İsmail Bey. Sayıştay raporunda öyle bir rakam yok. 108 milyon mu ne. Bu yalan. Yalan olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından açıklandı” sözleriyle cevap verdi. Küçükkaya raporu okumadığını gazetelerden takip ettiğini söyledi. Ancak Ekrem İmamoğlu Sayıştay raporunu hem okumuş hem de yanında getirmişti. Çantasından çıkardı ve kameraya doğrultarak; “İstanbul’un en büyük sorunu yoksulluk. Kul hakkı meselesini çok önemsiyoruz. Sayıştay denetiminden çıkan raporu arzu ederse Sayın Yıldırım’a takdim ederim. İETT ve İSKİ’ de 753 milyon TL’ye ulaştığını söylüyor. Yanıltılmış olabilir, aldatılmış olabilir. İstanbul’un bilboardlarına cevap yazdılar. Şu an bir seçim süreci, bunu kimler asıyor. 23 Haziran’dan sonra ona karar verir. Sadece İBB’ye ait, ihtiyaç fazlası araç kullanma 1810 araç. 7 personele bir binek araç düşüyor. Tasarruf yapacağız, ekonomik seferberlik başlatacağız. “ sözleriyle cevap verdi. Dersine iyi çalışmıştı ve işin en ilginç yanı, “Sayıştay raporunda öyle bir rakam yok. 108 milyon mu ne” diyerek hem İmamoğlu’nu hem de raporu yalanlamaya çalışan Binali Yıldırım’ın, Sayıştay raporunu okumadığını programda itiraf etmesiydi…
Vatandaş olarak bize de sormak hakkı düşmez mi? Kim yalan söylüyor?
Programı harfi harfine analiz edemem elbette ama şunları söyleyebilirim:
Ekrem İmamoğlu samimiydi ve kendi vaatlerini anlattı. Kısaca Ekrem İmamoğlu bizzat kendisiydi. Binali Yıldırım, samimi değildi, zoraki bir üslupla konuştu. Kendisi değildi, iktidarı temsil ediyordu. Bu tavrı hem sözlerine hem de vücut diline yansıdı. İktidarın geçmişte yaptıklarını anlattı. Hatta İzmir’de Ulaştırma Bakanı iken yaptıkları projelerden bahsetti. Vaat ettiği projeleri ise büyük ölçüde yine iktidarın yani merkezi hükûmetin yapabileceği projelerdi. İnandırıcılıktan uzaktı. Belki de baskı altında olduğu için böyleydi. Kim bilir, belki de İmamoğlu kadar özgür olsaydı karşımızda daha samimi ve içten bir Binali Yıldırım görebilirdik.
Sonuç olarak Ekrem İmamoğlu gerçekti, Binali Yıldırım temsilciydi…
Yine de bir vatandaş olarak her ikisine de bize bir demokrasi şöleni yaşattıkları için teşekkür ediyorum.
23 Haziran tarihinin demokrasimiz ve İstanbul halkı için iyilikler getirmesini diliyorum. Hak yerini bulacak ve her şey çok güzel olacak diyorum ve buradan gençlere sesleniyorum, kankanızı iyi seçin!