Osmancık’lılar olarak uzun bir yaz tatilinden sonra 30 Kasım Cumartesi günü Saray muhallebicisinde toplandık. Toplantıya Mahmut Karslı, Dr. Yüksel Bildirgen, Emrullah Elverici, Yakup Eken, Hasan Küçük, Mehmet Türkçü, Faruk Helvacı, Selim Çatal, Lütfü Gözübüyük, Şahin Keçeci ve Dr. İsmail Gökgöz katıldılar.
Yaklaşık yarım saat süren hal hatırdan sonra koyu bir Osmancık muhabbeti başladı.
İki ay önce Amerika’da yaşayan kızının yanına giden Mahmut Karslı ağabey Amerika maceralarını anlattı.
Emrullah Elverici’nin 1958’lerde Osmancık’ta arkadaşlarıyla çektirdiği toplu bir resim herkesin ilgisini çekti. Resimde Süleyman Dibek, Hakkı Dündar, Ahmet Özbek, Rıfat Erdem, Ünal Kızılırmak, İrfan Uzuner ve isimlerini hatırlayamadığımız pek çok Osmancıklı vardı. En sağda süzgün bakışlı bir genci tanıyamadık.
Ben sonradan o genci Mehmet Yüktaşır’a benzettim. Daha sonra o tarihi resmi resmi yukarıda adı geçen bütün arkadaşlara WhatsApp’la yolladım.
Ankara’da ağır hastalığıyla mücadele eden Mehmet Yüktaşır beni telefonla arayarak resimde bahsettiğim o üzgün bakışlı gencin kendisi olduğunu söyledi ve kendisini unutmadıkları için bana çok teşekkür ederek beni çok sevdiğini söyledi.
Osmancık’tan Mustafa Boyvat’ı, Alanya’dan Ünal Kızılırmak’ı arayarak sohbet ettik. Bursa’dan Tansu Çetin’i aradık, telefona çıkan eşi Tansu’nun yaklaşık iki aydır yoğun bakımda olduğunu söyledi ve çok üzüldük.
İstanbul’da her ayın son Cumartesi günü saat 14.00’de Kadıköy Saray muhallebicisinde toplantılarımız devam edecektir.
- tarihlerde İstanbul’a gelecek arkadaşlarımızı da aramızda görmek isteriz.
NE GÜZEL ŞARKILARIMIZ VARDI.
Ne kibar şarkılarımız vardı, sizli bizli. "Bir bahar akşamı rastladım size."
Sonra "Allah belanı versin" konulu şarkıları dayattılar bizlere.
Şimdi biliyoruz ki. "Olmaz ilaç sine-i sad pareme."
Elinden tutardık dostluğun, İstanbul'un bütün meyhanelerinde dolaştırırdık.
"Kadehinde zehir olsa" vız gelir. Agora Meyhane'miz vardı.
Şimdi bakıyorum da, ne "Eski dostlar" var artık, ne eski fasıllar.
Zaman; dilimizden sadece şarkıları koparmadı, bizi de birbirimize düşürdü.
İki kaşın arasına bile silah çatar oldu insanlar.
"Niçin baktın bana öyle?" şarkısında, aşka bakardık.
Yeşil gözlerinden muhabbet kaparken başka bakardık.
Doğuştan karanfilliydi yakalarımız.
"Enginde yavaş yavaş günün minesi solarken", galiba biz de solduk.
Çocuklarımızı aldı zalim düzen. 20 yaşındaki aslan gibi delikanlıları.
"Ham meyvayı kopardılar dalından" Kim başlattı bu savaşı, kim sürdürüyor?
Ve niye bitmiyor? Sahibi ölünce, kapının önüne konan terliklere döndük.
Göze mi geldik, biz mi unuttuk? Aynaların eski olması, yeni gerçekleri gizlemeye yetmiyor.
Yanarak geçtik yılları, harcanarak. Amele eller yağmacı oldu.
Hayatın girdabı içine çekti bizleri. Bizim de suçumuz var elbet.
"Kimseye etmem şikâyet..." Şimdi, "Ben küskünüm feleğe", siz, biz, hepimiz küskünüz.
"Derdimi ummana döksem", kimse dinlemez. Peki, durdurabilir miyiz bu gidişi?
Eski bütünlüğümüze kavuşabilir miyiz? Hiç sanmıyorum.
Çünkü, "Dönülmez akşamın ufkundayız artık, vakit çok geç!!". (Hüsnü Eldek )
BAADDİN DİYOR Kİ;
İslam dünyası, felsefe düşüncesini geliştiremediği için dogmaları sorgulayacak, evrene sorular soracak aklı yaratamamıştır. Hayatı sorgulayan Felsefe düşüncesinin yaratılmadığı bir toplumda bilimsel düşünce biçimi oluşamaz. İslam dünyasının çektiği sıkıntı işte budur. İslam dünyasının karanlığı felsefesizliğin, düşünce yoksunluğunun karanlığıdır.
Ezelde muammaydık sonradan âyân olduk,
Adem’le Havva’yı aştık evrimle beyan olduk,
Nebiler veliler ve şeyhlerle tutunduk hayata,
Kader kısmet diyerek yaşadık devran olduk…