6 Şubat Depremleri üzerinde tam 2 yıl geçmesine rağmen toplum olarak ders aldık mı?
“Deprem Öldürmez! Bina Öldürür!” anlayışı bireysel ve toplumsal olarak ne kadar anlaşılıyor?
Diğer doğal afetlerle karşılaştırıldığında, deprem en öngörülemez ve en ölümcül olanı olup yarattığı yıkıcı etkilerini 6 Şubata 2023’de bize gösterdi.
Bir sonraki büyük depremin ne zaman, ne kadar süreyle ve hangi yerde olacağını tam olarak tahmin etmek de imkânsızdır.
Doğa, kültürel olarak hazırlıksız topluluklar üzerinde hızlı ve dramatik etkileri ile yüksek ölüm oranları, çok fazla yaralanmalar ve büyük yıkımlara neden olabilir.
Deprem felaketine hazırlık, çoğu zaman hayat kurtarır ve deprem felaketi riskinin azaltılmasında büyük olumlu sonuçlar getirir.
Depreme karşı alınacak küçük önlemler bile, ölüm sayısını ve yaralanmaları önemli ölçüde azaltabilir.
Bir yerbilimci ve Risk Yönetimi hocası olarak, deprem tehlikesini risk analizi yaparak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Genel anlamda Risk, olasılık ile şiddetin (sonuçların) bileşkesidir, yani, çarpımıdır.
Deprem açısından Risk ise; depremin meydana gelme olasılığı çarpı beklenen sonuçlar veya yaşam, sağlık, mülkler ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerin şiddeti olarak tarif edebiliriz.
Risk yönetiminde, genellikle olumsuz bir olayın şiddetini ve daha çok da olayın olma olasılığını azaltmaya çalışırız.
Örneğin; trafik için yolları çift yönlü (bölünmüş) veya otoban olarak yaparak, hız sınırı gibi trafik kurallarını ciddi uygulayarak kazaların olma olasılığını azaltırız.
Araçların ana şasesini daha güçlü metalden yaparak, tüm yolcular için emniyet kemeri bulundurarak ve araç içini tamamen hava yastığı ile donatarak kazaların şiddetini azaltırız.
Risk, insanlara yönelik olarak bireysel risk ve toplumsal risk olarak da ifade edilir.
Bireysel risk, kişinin kendi hür iradesi ile kabul ettiği risk seviyesidir.
Toplumsal risk, bir toplumun görünüşte kabul etmeye istekli olduğu risk seviyesini ifade eder.
Çok sık afet tehlikeleri yaşayan toplumlar, bunları nadiren yaşayan toplumlara kıyasla farklı bir risk kabul seviyesine sahip olabilir.
Gerçekliğin ve pratiğin dışında, riski tamamen ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı risk toplumunda yaşıyoruz.
Bu riskin belirtilen risk kabul kriterleri dâhilinde, riski önlemenin ve azaltmanın çeşitli yolları vardır. Bunlar;
a) Riski ortadan kaldırma,
b) Riski kabul edilebilir seviyeye azaltma,
c) Riskin transferi ve
d) Riskin kabulü.
Birçok olayda riski tamamen ortadan kaldıramayız.
Örneğin; araç trafiği olmasa trafik kazası da meydana gelmez. Fakat, araçların bizlere sağladığı avantajları düşünüldüğünde araçları tamamen ortadan kaldıramayız.
Bunun yerine yolları bölünmüş hale getirerek, trafik kurallarını sıkı bir şekilde uygulayarak ve araçları emniyet kemeri, hava yastığı gibi donanımlar ile daha güvenli hale getirerek riski kabul edilebilir seviyeye azaltabiliriz.
Aynı şekilde depremler dâhil tüm afetlerin riski asla ortadan kaldırılamaz!
Ancak toplum tarafından kabul edilebilir veya tolere edilebilir seviyelere düşürülebilir.
Yaşadığımız şehirde zemini uygun yerlerde ve uygun teknikle inşa edilmiş binalarda oturmak riskin kabul edilebilir seviyeye düşürmemize bir örnektir.
Ayrıca, ABD olduğu gibi toplumsal olarak depremlerin etkisini azaltmak için binaları çelik konstrüksiyondan yaparak da deprem risk seviyesini azaltabiliriz.
Deprem felaketleri, toplumun tolerans ve kabul sınırlarını test eden bu tür olaylara örnektir.
Bireysel veya toplumsal olarak risk seviyesini azaltsak bile oluşabilecek bir olumsuz sonucun maddi etkisini azaltmak için Riski Transfer Etmek de gerekebilir.
Örneğin; aracımızı özel sigorta (KASKO) yaptırarak riski transfer ederken, milyonlarca TL değerinde ki konutumuzu depreme karşı sigorta ettirmemiz bireysel risk davranışımıza kötü bir örnektir.
Diğer taraftan, birçok toplumda olduğu gibi bizde de Trafik Sigortası yasal zorunluluğumuzdur. Diğer taraftan Zorunlu Deprem Sigortasını (DASK) yaptırmamaya çalışmamız, toplumsal risk davranışımıza kötü bir örnek olarak verilebilir.
Risk’in son aşaması olan kabullenme ise kültür ve inançlara dayalı olarak olayların kabulünü ifade eder.
Kültür genellikle, belirlenmiş özelliklerin veya tanımlanabilir belirteçlerin bir envanteri olup, bir inançlar kümesi, öğrenilmiş davranışlar, insan davranışlarının anlamlı yönleri ve bir dizi eylem stratejisi olarak tanımlanır.
İster erkek olsun ister kadın olsun davranışları düzenleyen normlar, kültürün bir parçasıdır.
Depreme karşı kişi ve toplulukların davranışı incelenirken, inançların ve eylemlerin sosyal ve psikolojik temellerinin kültürler arasında önemli ölçüde farklılık gösterdiğini unutmamak gerekir.
Deprem felaketlerinin kökleri geçmiştedir, ancak güncel faktörler de dikkatlice değerlendirilmelidir.
Geçmiş deprem felaketlerinden ders çıkarmak, dayanıklılık kültürü ve deprem felaketi risk azaltma gibi uzun vadeli ve sürdürülebilir çerçeveler gerektirir.
Son yıllarda, afet riski algısı araştırmaları, hem psikolojik hem de sosyokültürel yaklaşımları barındırmaktadır.
Deprem felaketlerinin risk algısı ve insanların tehlikeyi nasıl çerçevelediği, kabul ettiği, önlem aldığı veya almadığı hatta inkâr ettiği hakkında çok sayıda çalışma vardır.
Dahası, deprem riski algısı üzerine yapılan karşılaştırmalarda, kültürel yapıların ülkeler arasında çok farklı olduğunu ve yerel kültürün deprem riski algısı üzerindeki etkisi açısından hesaba katılması gerektiği görülmüştür.
“İnançlar”ın, deprem tehlikeleri, depreme hazırlık ve afet yönetimi üzerindeki etkisi arasındaki ilişkiler de önemlidir.
Dahası, inançların ve kültürel geleneklerin deprem afet yönetimi ve toplumların dayanıklılığı üzerindeki çift taraflı etkisi vardır.
Deprem riski algısını etkileyen inançlar arasında kadercilik özellikle çok fazla ortaya çıkar.
Bizim gibi ülkelerde güçlü kaderci inançların hala çok yerinde olduğu ve bu nedenle sürekli sonuçları ağır olan doğal afetler ile karşı karşıya kalmamızdan görülmektedir.
Son bir haftadır Yunanistan’ın Santorini adasında en büyüğü 5.3 olan 700’ün üzerinde (büyük ihtimal volkanik faaliyet kaynaklı) depremler meydana geldi ve gelmeye devam ediyor.
Yunanistan hükümeti ve halkı bu deprem fırtınasına karşı olağan üstü durum olarak hareket ederken, maalesef biz de hem hükümet hem de halk olarak kaderci bakışı ile sadece izliyoruz.
Kadercilik anlayışında, her büyük afet sonrası böylesine büyük bir yıkıcı güç karşısında ne yapılabilir ki? Sorusu hep karşımıza çıkar.
Ancak yapılabilecek çok şey var.
Deprem felaketi olduğunda bir kişinin bile hayatta kalma şansını artırmak için yapabileceği pek çok şey vardır.
Bunlar, var olan evin depreme dayanıklı olarak yenilemekten, evdeki dolaplar gibi ağır nesnelerin güvenli bir şekilde sabitlenmesini sağlamaya kadar uzanır.
Depreme karşı neler yapılabileceği konusunda buradaki köşe yazılarımda detaylı bir şekilde izah etmiştim.
Deprem felaketi üzerinde verilecek eğitimde, yerel toplulukların deprem risk algısı üzerindeki kültürel manzarası ve inançlarının etkisi hesaba katılmalıdır.
Yere özgü bir deprem felaketi farkındalığı ve eğitimi teşvik edilmeli ve geliştirilmelidir.
Şiirler, halk hikâyeleri, sözlü gelenekler ve mitler, geçmiş deprem ve felaketler hakkında uyarma ve hatırlatma ve bir "deprem kültürü"nün inşasına ve geliştirilmesine katkıda bulunma konusunda büyük potansiyele sahiptir.
Yüzyıllar boyunca hayatta kalmak, gelecekteki deprem olaylarına karşı deprem dayanıklılığının bir garantisi olarak kabul edilemez.
Kurtulanlarının deprem risk algısı ve deprem öncesi ve sırasında eylem stratejileri açısından anlatıları, deprem felaketi farkındalığı, deprem felaketine hazırlık çabaları ve yeterli afet planlaması içinde dersler olarak entegre edilmelidir.
Geçmiş deprem felaketlerinin olduğu yerlerde, depremi hatırlatan anıt yerlerinin inşa edilmesi ve bu yerlerin toplumun kültürel gelişimine katkı yapması için önemlidir.
Çocuklarımızın afet farkındalığı konusunda ilk bilgiyi annesinden alabileceği gerçeği ile kadınlarımızın sürekli eğitilmesi önemlidir.
Kadınlarımızın sürekli deprem felaketi farkındalığının daha da teşvik edilmesi ve deprem riski algısı ve deprem eğitimi açısından kadınların rolleri ve katkılarının tanınması ve deprem felaketine hazırlık kapsamında dâhil edilmesi gerekir.
Deprem kültürü özellikle deprem tehlikeleri, deprem riskleri ve deprem felaketleriyle bağlantılıdır.
Ayrıca, toplumun deprem riskleriyle nasıl yaşayacağını bilme kapasitelerini de ifade eder.
Deprem kültürü kavramının kökleri, dünyanın farklı coğrafi yerlerinde o dönemde gerçekleştirilen teorik ve araştırma çalışmalarına dayanır.
Bununla birlikte, deprem kültürü zaman içinde gelişebilir ve Japonya buna verilebilecek en iyi örnektir.
Japonya’da deprem felaketlerinin hafızası, yazılı kayıtlar, sözlü anlatımlar, efsaneler, hikâyeler ve deprem felaketlerinden alınan dersler aracılığıyla toplum hafızası sürekli canlı tutulmuştur.
Sonuç olarak, iki tür deprem kültürü gelişebilir: depremlerin sık olduğu dönemlerde “deprem önleme kültürü”, depremlerin düşük sıklıkta olduğu dönemlerde ise “deprem onarım kültürü”.
Peki! Bizim kültürümüze göre bunları geliştirebilir miyiz?
Hedef koyar ve azmedersek, Neden Olmasın!
Afetlere karşı önlem alabilen gerçekçi ve gelişmiş kültüre sahip günler diliyorum…